TEBBET / EBU LEHEB / ALEV BABASI SURESİ

İniş Sırası: 6 • Mushaf Sırası: 111 • Mekki Sure • 5 Ayettir

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Ebu Leheb[1*]’in elleri kurusun, zaten kendisi bile kurudu[2*]!

[1*] Ebû Leheb, Muhammed aleyhisselamın amcası idi. Kızları Rukıyye ile Ümmü Gülsûm, onun oğulları Utbe ve Uteybe ile evlenmişlerdi. Kur’an’a çağırmaya başlayınca araları bozuldu ve oğulları eşlerini boşadılar. Sure, Ebû Leheb ve eşinin, Nebîmize büyük sıkıntılar verdiğini göstermektedir. Verdikleri sıkıntı ne kadar büyük olursa olsun tövbe kapısı, ölüm öncesine kadar açıktır (Nisa 4/17-18). Nebîmiz şöyle demiştir: “Allah kulunun tövbesini, can boğaza gelinceye kadar kabul eder.” (Tirmizi, Daavat 98; İbn Mace, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, 2/132, 153)

Ebu Leheb ve eşinin Nebîmize karşı davranışları, hiçbir zaman Firavun ve ailesinin Musa aleyhisselama ve İsrailoğulları’na karşı davranışları seviyesinde olmamıştır. Onlar da ölüm gelmeden tövbe edip dönüş yapabilirlerdi ama yapmadılar. Firavun ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle demiştir:

“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ile orduları, onları yakalamak ve ezmek için hemen peşlerine düştüler. Boğulmak üzereyken Firavun dedi ki: “İsrailoğulları’nın inanıp güvendiği ilahtan başka ilah olmadığına inandım. Ben de tam teslim olanlardanım.” (Allah şöyle dedi:) “Şimdi mi? Oysa bu ana kadar isyan içinde, bozguncunun tekiydin. Bugün senin cesedini koruyacağız ki senden sonrakilere bir âyet /ibret olsun. Çünkü insanların çoğu âyetlerimize yeterli ilgiyi göstermezler.” (Yunus 10/90-92).

Bu hükümlerin Ebû Leheb ve eşi için de geçerli olduğunda şüphe yoktur. Ama İbn-i Abbas’a ait olduğu iddia edilen bir rivayet, âyetlerin önüne geçirilerek Tebbet Suresi’nin Ebu leheb ve eşi hayatta iken indiği kabul edilir. Rivayet şöyledir:

“En yakın akrabanı uyar.” (eş-Şuarâ 26/214) âyeti inince Nebî aleyhisselam Safâ tepesine çıkıp "Ey Fihr oğulları! Ey Adiy oğulları!.." diye Kureyş’in bütün oymakları toplanıncaya kadar bağırdı. Herkes toplandı. Gidemeyecek olan da yerine bir kişiyi gönderdi ki ne olduğunu anlasın. Ebu Leheb ve bütün Kureyş gelince Nebîmiz: “Size şu vadide bir düşman süvari birliğinin hücum etmek üzere olduğunu söylesem bana inanır mısınız?” diye sordu. Dediler ki: "Evet! Şimdiye kadar ağzından doğru sözden başka bir şey çıktığını görmedik.” Bunun üzerine şöyle dedi: "Sizi suça bağlı bir azapla yüz yüze gelmenizden önce uyarıyorum.” Sonraki günlerde Ebû Leheb: “Ellerin kurusun, bir şey yapamaz ol! Bizi bunun için mi topladın?” dediği için Tebbet suresi indi. (Buhârî, Tefsîr, 111)

Bu olay, kurgusu bozuk bir yalandır. Tek görgü tanığı, olayın olduğu iddia edilen tarihten yaklaşık on sene sonra doğmuş olan İbn-i Abbas’tır. Böyle bir olay olsaydı çok sayıda görgü tanığı olurdu.

İkinci yanlış şudur: “En yakın akrabanı uyar.” (eş-Şuarâ 26/214) emri, Mekke’de verilmiştir. Orada Nebîmizin en yakınları Kureyş kabilesi değil, Kureyş’in Haşim oğulları oymağından Abdülmuttalib oğullarıdır. Çağırsa yalnız onları çağırırdı. “Gidemeyecek olan da yerine bir kişiyi gönderdi.” deniyor. Mekke’de Kureyş kabilesi dışında kimse yoktu ki, gidemeyecek olan yerine bir başka kabileden birini göndersin. Ayrıca “Ellerin kurusun!” sözünü Ebû Leheb söylediyse eşinin suçu ne ki, aynı surede o da yer almaktadır.

Zaten böyle bir çağrının arkasından Tebbet suresi gibi bir sure inmez. Çünkü Allah, her insana, düşünüp uyanabilmesi için yeterli süre verir. İlgili âyetlerden biri şöyledir: “Allah, insanların kötülüklerinin karşılığını, iyiliklerinin karşılığını verdiği çabuklukta verseydi hayatları biterdi. Ama O, kendisiyle yüzleşmeyi umursamayanları azgınlıkları içinde bırakır da bocalar dururlar.” (Yunus 10/11. Ayrıca bkz. Nahl 16/61, Fatır 35/45)

ٍİbn-i Abbas’tan en çok hadis rivayet eden İkrime’nin hiç görmediği Ebû Râfi‘den yaptığı iddia edilen rivayete dayanılarak da Ebu Leheb’in Bedir Savaşından sonra Mekke’de öldüğü söylenir (Ahmed b. Hanbel, Müsned c. VI, s. 9). Bütün bunlar, Tebbet Suresi’nin Ebu Leheb’in ölümünden önce inmiş olmasını gerektirir. Halbuki bu surenin Ebu Leheb ve eşinin ölümlerinden önce inmiş olması, hem surenin metnine hem Kur’an’ın çok sayıda ayetine aykırıdır. Bütün bu yalanlar, Kur’an’da olmayan kader inancını, Müslümanlara kabul ettirmek için uydurulmuş olabilir.

[2*] Arap dili ve tefsir âlimi el-Ferrâ’ (ö.207/822) تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ = “Ebu Leheb’in elleri kurusun!” Cümlesinin beddua, وَتَبَّ = “zaten kendisi bile kurudu” cümlesinin de ve kad tebbe = (وقد تب) takdirinde haber cümlesi olduğunu söylemiştir. (İcaz’ul-beyân an Meânî’l-Kur’ân) İkinci cümlenin haber cümlesi olması da Sure’nin Ebu Leheb’in ölümünden sonra indiğinin delilidir. Kişinin ölümüne kadar tevbe kapısı açık olduğu için (Nisa 4/17-18) onun ölümünden önce inmiş olamaz. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

2. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi.
3. O, alevli bir ateşte kızaracak.
4. İğrenç söylentilerin taşıyıcısı olan[*] karısı ile birlikte,

Lafzen, “odun hammalı”, insanlar arasında “nefret ateşini tutuşturmak için” gizliden gizliye gerçek dışı söylentiler yayan ve iftiralar atan kişiyi anlatan meşhur bir deyim (Zemahşerî; bkz. ayrıca Taberî’nin nakliyle ‘İkrime, Mücâhid ve Katâde). Kadının adı Ervâ Ummu Cemîl binti Harb b. Umeyye idi: Ebû Süfyân’ın kardeşi ve dolayısıyla Umeyye saltanatının kurucusu Muâviye’nin halası idi. Onun Muhammed (s)’e ve o’na tâbi olanlara karşı nefreti o kadar şiddetliydi ki, sık sık, karanlıkta Hz. Peygamber’in evinin önüne o’nu yaralamak için dikenli çalılar serperdi; ve bu büyük öfkesini sürekli olarak Hz. Peygamber’i ve o’nun mesajını zedeleyici iftiralar atmak suretiyle gösterirdi. (Muhammed Esed Tefsiri)

***

“Ve hanımefendisi!...” yani Ebû Süfyan’ın kızkardeşi ve Harb’in kızı Ümmü Cemîl. O, diken, pıtrak ve hurma dikeni demetlerini taşıyıp geceleyin bunları Peygamber’in (s.a.) geçeceği yollara saçardı. [Bununla birlikte] (“Odun taşıyıcı” ifadesinin) kadının “koğuculuk yapıyor olduğu” anlamına geldiği de söylenmiştir. İnsanların arasını bozacak sözleri ha bire taşıyıp duran kimse için “İnsanların arasında odun taşıyor” denir ki bu da; “Onların arasında (fitne) ateşini tutuşturup, şer oluşturuyor!” demektir. Şair şöyle demiştir:

     Öyle billur-meşrep bir kadın ki, ne bir kınanacak huy üzerinde yakalanabilmiş

     ne de kabile arasında yaş odun (misali tütüp duran; bitmeyen bir lâf) dolaştırmıştır!

Şair, “yaş odun” demiştir ki fazlaca kötülük anlamına gelen duman vermeye delâlet etsin. (Zemahşeri Tefsiri)

5. Boynunda da hurma lifinden bir ip olacaktır.[*]

Mesed ister lif, ister deri vb. türden olsun, iplerden pekçe bükülüp elde edilen fitilli ip (urgan) demektir. Nitekim şair [Umâre b. Tãrık]şöyle demiştir: [Ne çok yaşlı ne de çok genç olan] dişi develerin yününden bükülmüş bir urgan!..

Yine, raculun memsûdu’l-halk denir ki, “(fitilli ip gibi) hilkati sağlam adam” demektir. Âyetin anlamı: “Kadın; o narin boynunda iplerden bükülmüş olan türden bir ip olduğu hâlde, tıpkı oduncuların yaptığı gibi o diken demetlerini boynuna bağlayıp taşımakta!..” şeklinde olup bu da [hanımefendi sayılan bir] kadının durumunu bayağılaştırma, kendisini tahkir ve hademelerden bazı oduncu kadınların şekliyle tasvir etmek içindir. Tâ ki, ikisi de izzet ve şeref evinde ( Kâbe’de) olmalarına ve onca servet ve zenginlik mevkiinde bulunmalarına rağmen, hem kendisi hem de kocası bundan ötürü aşırı derecede gocunsunlar. Nitekim birileri hammâlete’l-hatab ifadesini hatırlatarak, Ebû Leheb’in oğlu ‘ Utbe’nin oğlunu Hz. Abbas’ın oğlu Fazl’a ayıplayınca, Fazl şöyle demiştir:

      Bu meylin nedir, bana küfretmeye, beni ayıplamaya?!

      “Odun hamalı” Âsım’ın kıraati olup “Canına tükürdüğümün odun hamalı!” şeklinde tercüme edilebilir. / çev. yüzünden olmasın bu ayıplayışın?

      O odun hamalı ki; [hesapta] çok parlak, şerefli biridir; asaletli bir beyefendinin neslinden gelen!..

Âyetin, bu kadının cehennemdeki durumunun (dünyada) diken demetleri taşıdığı forma uygun düşecek şekilde (âhirette de) devamlı olarak sırtında zakkum ağacı veya devedikeni türünden cehennem odunu demetlerini taşıyacağı, boynunda da cehennem zincirlerinden bükülmüş bir ip bulunacağı anlamına gelmesi de muhtemeldir. Nitekim her suçlu kendi suç konumuyla uyumlu bir şeyle azap görecektir. (Zemahşeri Tefsiri)