Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanır ki kendilerine o âyetler hatırlatıldığında, derslerini hemen alır, secdeye kapanır, Rab'lerine hamd, O'nu takdis Büyük hürmet göstermek. ve tenzih Allah'ın bütün kusurlardan uzak olduğunu dile getirmek. ederler, asla kibirlenmezler.
Onlar geceleyin yataklarından kalkarlar. Korku ve ümit içinde Rabblerine dua ederler. Verdiğimiz rızıklardan da karşılıksız yardım ederler.
Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez. (Secde 15-17)
Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla
1.
Elif, Lâm, Mim.
2.
Bu Kitab’ın indirilişi, hiç şüphe yok ki âlemlerin Rabbindendir:
3.
Yoksa “Onu Muhammed uydurdu” mu diyorlar? Hayır o, kendilerine senden önce hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için, doğru yolu bulsunlar diye Rabbin tarafından indirilmiş gerçektir.[*]
Nitekim inatçılıkları yüzünden böyle söylüyorlardı. Ama surenin akışı böyle bir sözün söylenmiş olduğunu
bilmezlikten gelerek: "Yoksa `onu peygamber uydurdu mu? diyorlar" şeklinde yadırgayıcı bir ifade kullanıyor...
Böylece, böylesine asılsız bir söylentiyi ağza almanın yersizliğini vurgulamış oluyor. Çünkü bir yandan Hz.
Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- aralarında geçen hayatı, öte yandan bu Kitab'ın özelliği bu haksız
suçlamayı temelden reddediyor, şüpheye yer bırakmıyor!
"Hayır O senden önce bir peygamber gönderilmemiş olan kavmi uyarması için sana Rabb'inden gelen bir gerçektir."
Gerçektir... İçeriği doğrudur. Fıtrattaki ezeli gerçeğe uygundur, evrenin yapısının dayanağı olan değişmez gerçekle
ahenk oluşturur. Bu gerçek evrenin oluşumunun temel dayanağıdır. Evrenin hareket tarzındaki ahenkte, düzenin
belli bir sistem içerisinde değişmeden işlemesinde, büyük-küçük her olayda ve her harekette kendini göstermesinde,
yapısında yer alan parçaların çatışmamasında ya da dağılmamasında, bu parçaların birbiriyle kaynaşıp uyuşmasında
hep bu gerçeğin damgası vardır.
Evet, Kur'an gerçektir... Çünkü Kur'an bu büyük varlık alemine egemen olan evrensel yasalar sisteminin eksiksiz ve
doğru bir tercümesidir. Bu Kitap adeta, varlık aleminde yürürlükte olan, doğal ve pratik yasaların sözlü ve manevi
bir görüntüsüdür.
Bu Kitap gerçektir. Çünkü kendisinin öngördüğü hayat sistemini seçen insanlarla, içinde yaşadıkları evreni ve
evrenin genel yasalarını birbirine bağlar. Bu insanlarla evrendeki güçler arasında barış; çevrelerindeki büyük
evrende yer alan her şeyle dostluk içinde yaşayıp giderler..
Bu Kur'an gerçektir... Çünkü mesajı ulaşır ulaşmaz insan fıtratı hiçbir zorluk çıkarmadan, inat etmeden, son derece
rahat ve kolay bir şekilde kendisine olumlu karşılık verir. Çünkü Kur'an, fıtratın özünde motiflenmiş ezeli ve köklü
gerçekle hemen kaynaşır.
Gerçektir... Çünkü insanlık hayatı için kapsamlı bir sistem belirlerken ayrılığa düşmez, kendi kendisi ile çelişmez. Bu
sistemi çizerken insanlığın sahip olduğu bütün güçleri ve enerjileri, insanlığın bütün isteklerini ve ihtiyaçlarını,
ruhlara bulaşan, kalpleri dejenere eden hastalık, zaaf, eksiklik veya musibetler gibi insanların karşı karşıya kaldığı
bütün gelişmeleri göz önünde bulundurur.
Evet, gerçektir Kur'an... Dünya ve ahirette hiç kimseye haksızlık etmez. Kişinin sahip bulunduğu hiçbir güce, hiçbir
enerjiye zulmetmez. Kalpte yer eden hiçbir düşünceye ya da hayat içindeki hiçbir yönelişe zulmetmez. Varlık
alemindeki sarsılmaz büyük gerçekle uyuştukları sürece hepsine varolma ve hareket etme hakkını tanır.
"Hayır, O senden önce bir peygamber gönderilmemiş olan kavmi uyarması için sana Rabb'inden gelen bir gerçektir.
Umulur ki, doğru yolu bulurlar." Çünkü Kur'an senin tarafından uydurulmuş bir Kitap değildir. Rabb'inin katından
indirilmiştir. Önceki ayette de, ifade edildiği gibi O alemlerin "senin Rabb'in" anlamındaki tamlama ise onurlandırma
amacına yöneliktir. Kur'anı kendiliğinden uydurmakla suçlanan Hz. Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun
onurlandırmak, onunla Rabbi ki, aynı zamanda alemlerin de Rabb'idir arasındaki ilişkiye yakınlık havası vermek, bu
asılsız ve ağır suçlamaya cevap vermek amacına yöneliktir. Aynı zamanda onurlandırma anlamının yanı sıra,
lütfedici kaynağın güvenirliği, alıcının sağlamlığı, mesajı aktarma ve açıkça duyurma emanetini yerine getirdiği gibi
anlamları da içermekte, ilişkinin sağlamlığını vurgulamayı da hedeflemektedir. (Seyyid Kutub Tefsiri)
4.
Allah; gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde[1*] yaratmış, sonra Arş’a / yönetimin başına[2*] geçmiş olandır. Onunla aranıza girecek bir veli / yakınınız ve şefaatçiniz yoktur. Bilgilerinizi kullanmayacak mısınız?[3*]
[1*] Lafzen: “altı günde”. Uzay sistemlerinin oluşumunun henüz tamamlanmadığı bir ortamda “gün” elbette görecedir. Altı aşama, altı zamanlı bir oluşum sürecini ifade eder (Bkz: 50:38, not 37). Kur’an’da yevmin görece niteliği bir sonraki âyette ifade edilmektedir. Altı aşamada yaratma, tekamül yasasına delâlet eder. Tekâmül yaratılışın kanunudur. Varlığa bu kanunu yerleştiren âlemlerin Rabbidir. Ol deyince yaratacak bir Rabbin varlığı tekâmül yasasına tabi kılması, insan terbiyesinde takip edilecek yöntem için de yol göstericidir.
[2*] İstevâ ‘ale’l-‘arş, Yahudi ilâhîyatındaki tatil tezini çağrıştıran Yaratıcıya tatil yapmayı, varlığa ilgisiz kalmayı atfeden tüm tasavvurları red içindir (Krş: 20:5, not 4). Kur’an’da geldiği her yerde, Allah’ın varlıktan elini çekmediğine, mahlûkata ilgisiz kalmadığına delâlet eder.
[3*] Ders: Hayata bir nizam ve intizam koyan, kâinat ağacının en soylu meyvesi olan insanı başıboş bırakır mı? (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)
***
[2*] Kur’an, halkın diliyle inmiştir (İbrahim 14/4). Halk dilinde arş, “saltanat koltuğu”dur (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Arşa istiva ise “yönetimin başına geçme” anlamındadır. Türkçede de bu anlamda, “padişah tahta çıktı”, “falan kişi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu” gibi ifadeler kullanılır. Dolayısıyla “Allah arşa istiva etti.” sözü de kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder (A'raf 7/54, Yunus 10/3, Ra’d 13/2, Taha 20/5, Furkan 25/59, Hadid 57/4).
Aralarına başka bir şey girmeyecek şekilde birbirine yakın olan iki kişi veya şeyden her birine veli denir. Buradan hareketle akrabalık, dostluk, yardım ve inanç bakımından doğan yakınlık da mecazen bu kelimeyle ifade edilir (Müfredât). İnsana sinir uçlarından daha yakın olan Allah, onun velisi ve en yakınıdır (Kaf 50/16). Ayetler gayet açık olduğu halde tasavvufta bir velayet makamı oluşturulur, o makama veli veya evliya diye nitelenen kişiler yerleştirilerek onlar birer vesile/ aracı konumuna getirilir. Böylece Allah ikinci sıraya konur ve tevbe edilmediği taktirde asla affedilmeyecek şirk günahına girilmiş olur (Bakara 2/257, Nisa 4/48, 116, A’raf 7/3, 30, Ahkaf 46/4-6). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
5.
Allah, gökten yere kadar olan bütün işleri düzenleyip yönetir. Sonra işler, sizin hesabınızla bin yıl kadar tutan bir gün[*] içinde O'na çıkar.
Bir günde ki; bazıları bunu yalnız "Urûc"a bağlamışlarsa da tercih edilen hem "yüdebbiru", hem "ya'rucu" fiillerinin ikisine birden tenâzu' yoluyla taallukudur. Yani o emrin inmesi ve çıkması öyle bir günde, o kadar bir zamanda olur ki miktarı sizin saydıklarınızdan bin sene eder. Demek ki Allah'ın bir iradesinin hükmü olan bir emir, bir iş, bir olay bazen böyle bin senelik bir devir ile biter. Onun bir günü, böyle büyük bir devir teşkil eder. Onun için "gökleri ve yeri altı günde yarattı" denildiği zaman o günleri rastgele günler zannetmemelidir. Meâric Sûresi'nde (Meâric, 70/4) geleceği üzere bunun elli bin sene edeni de vardır. Demek ki, bin sene denilmesi örnek yoluyladır. Yahud bazı tefsircilerin dedikleri gibi "bin" tabiri uzun bir zamandan kinâyedir. Dolayısıyla daha az ve daha çok olmasına engel değildir. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
6.
İşte budur Allah! Gaybı da görüneni de bilen O'dur. Azîz'dir o, daima üstündür ve Rahîm'dir; ikramı bol olandır.
7.
O, yarattığı her şeyi güzel yaratandır. İnsanı yaratmaya çamurdan başlamıştır[*].
Çamurdan yaratılanlar Adem ile Havva’dır. Adem’in çamurdan yaratıldığına dair bir çok ayet vardır (A’raf 7/12, Hicr 15/26-28, İsra 17/61, Sad 38/71, 76). Havva’nın da çamurdan yaratıldığı bir sonraki ayetten anlaşılmaktadır (Secde 32/8). Çünkü o ayette, insan neslinin ‘bir özden; dayanıksız bir sudan’ yaratıldığı ifade edilmektedir. Havva olmadan Adem’in nesli oluşamayacağı için o ayet, Havva’nın da çamurdan yaratıldığını gösterir. Zaten Allah, insanların, bir kadın ile bir erkeğin neslinden geldiğini açıkça ifade etmiştir (Nisa 4/1, Hucurat 49/13). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
8.
Sonra onun soyunu bir özden; dayanıksız bir sudan / sıvıdan oluşturmuştur.
9.
Sonra insana son şeklini vermiş, içine ruhundan üflemiş, sizin için[*] dinleme yeteneği, basiret / ileri görüşlülük ve gönüller oluşturmuştur. Görevlerinizi ne kadar az yerine getiriyorsunuz!
‘İnsan’ kelimesi cins isimdir. Tekil için de çoğul için de kullanılır. Bu kelime, Secde 32/7’de Adem ve Havva’yı ifade ettiği halde burada üç ve daha fazla kişi anlamına gelen ‘sizin için’ ifadesine geçilmesi, Adem’e üflenen ruh ile onun soyundan gelen insanlara üflenen ruhun aynı olduğunu gösterir. Bu ruh sayesinde oluşan dinleme yeteneği, basiret ve gönül; insanda bilgiyi işleme kapasitesi meydana getirir. Bütün insanlara anne karnındayken üflenen bu ruhtan farklı olarak, Adem’e üflenen bir ruh daha vardır. Bu Ruhun da Allah’a ait bir bilgi olduğu Kur’an’da belirtilmiştir (İsra 17/85). Allah, Adem’e göklerde ve yerdeki tüm varlıkların bilgisini öğrettikten sonra meleklerin ona secde etmelerini emretmiştir. İşte meleklerin secdesine sebep olan o ruh, Allah’ın kendi ilminden Adem’e öğrettiği bilgidir (Bakara 2/31-34, Hicr 15/26-29, Sad 38/71-74). İsa’ya (a.s.) diğer insanlardan farklı olarak üflenen ruh da ona ana rahminde iken öğretilen Tevrat ve İncil bilgisidir (Al-i İmran 3/48, Maide 5/110). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
10.
Bir de kalkıp derler ki: “Yani biz toprağın içinde kayıplara karışınca mı? Sahiden de biz yeniden yaratılacak mıyız?” Aslında (bu tavırlarıyla) onlar, Rablerinin huzuruna çıkıp (hesap vermeyi) inkâr etmektedirler.
11.
De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği[*] canınızı alacak ve sonra Rabbinize döndürüleceksiniz!”
Bu ayet, Kur’an’da ölüm meleği ile ilgili geçen tek ayettir. Kur’an’da Azrail diye bir melekten bahsedilmez, sadece ölüm meleği diye geçer ki bu da kişinin ölümü anında görevlendirilen herhangi bir melektir. “Melek-ul mevt” ifadesindeki “melek” kelimesi ma’rife değil nekredir. Yani bilinen bir melek değil, herhangi bir melektir. “Melek” kelimesinin başında “el” takısı yani belirlilik takısı olmadığı için bunu “Azrail” gibi özel adla anmak ve başından beri bütün insanların canını aynı meleğin aldığını iddia etmek doğru olmaz. Rabbe dönecek olan ruh olduğu için ruhu teslim almaya gelen melekler vardır ki bunların herhangi bir adları yoktur ve bunlar Kur’an’da Allah’ın elçileri diye geçerler. “Sizden birine ölüm gelince elçilerimiz onu vefat ettirirler.” (En’am suresi 6/61) (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)
BÖLÜM 2
12.
O suçluların Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri ve “Rabbimiz! Gördük, duyduk; bizi (dünyaya) geri gönder de iyi işler yapalım; artık kesin olarak inananlarız!” diyecekleri zamanı bir görsen!
13.
Tercihi biz yapsaydık[*] kesinlikle herkesi hidayete erdirirdik. Ama benim şu sözüm gerçekleşecektir: “Cehennemi tamamen (şeytanlara uyan) cinler ve insanlarla dolduracağım.”
Şâe ( شاء ) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
14.
(Onlara şöyle denilecek:) “O hâlde, bu gününüze kavuşmayı unutmanıza (umursamamanıza) karşılık azabı tadın. Biz de sizi unuttuk[*] (umursamadık). Yaptıklarınıza karşılık ebedî azabı tadın!”
Ayette geçen “unuttuk” terimi umursamamak anlamında mecâzi bir ifadedir. Yani “nasıl siz ahirete kavuşmayı umursamadıysanız, biz de sizin azap görmenizi umursamıyoruz” demektir. Kur’an’da çokça tekrarlanan bu ifade; Allah’ın kulunu azaba terk etmesi, onun bu durumunu umursamaması demektir. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)
15.
Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanır ki kendilerine o âyetler hatırlatıldığında, derslerini hemen alır, secdeye kapanır, Rab'lerine hamd, O'nu takdis Büyük hürmet göstermek. ve tenzih Allah'ın bütün kusurlardan uzak olduğunu dile getirmek. ederler, asla kibirlenmezler.[*]
Bu latif, berrak, duyarlı, takvadan ve Allah'ın korkusundan titreyen, üstünlük kompleksine kapılmadan, büyüklük
taslamadan boyun eğerek Rabb'ine yönelen, umutla O'nun bağışını bekleyen mü'min ruhların aydınlık bir
tablosudur. İşte Allah'ın ayetlerine inanan, canlı bir duygu ile, uyanık bir kalp ile, aydınlık bir vicdan ile bu ayetleri
algılayan böyle ruhlardır. (Seyyid Kutub Tefsiri)
16.
Onlar geceleyin yataklarından kalkarlar. Korku ve ümit içinde Rabblerine dua ederler. Verdiğimiz rızıklardan da karşılıksız yardım ederler.
17.
Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.[*]
Allah’ın sevgili kullarına hazırlamış olduğu cennet nimetlerinin dünya ölçüleri içinde tarif edilemezliği, bu âyette çok özlü bir şekilde belirtilmiş olmaktadır. Bu nimetleri, dünya hayatının nimetleri gibi nitelendiren sözler, esasen bizim anlayışımıza hitap edebilmek içindir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Cenab-ı Allah tarafından, sevgili kulları için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir insanın aklına gelmeyen nimetler hazırlanmış olduğunu ifade etmiştir. (Diyanet Vakfı Tefsiri)
18.
Hiç inanan kimse yoldan çıkan kimse gibi olur mu? Elbette bunlar bir olmaz.
19.
İman edip hayra / barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar için, yaptıklarına karşılık olarak barınacakları cennet konakları vardır.
20.
Yoldan çıkanların barınacakları yer de ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isterlerse, yine oraya geri çevrilirler ve onlara "yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın" denir.
21.
En büyük azaptan önce, onlara mutlaka en yakın azaptan tattıracağız; olur ki (imana) dönerler.[*]
Ancak fasıkların dünyada görecekleri bu yakın azabın arka planında Allah'ın rahmetinin gölgesi sarkıyor. Çünkü,
davranışları ile azap görmeyi hakketmedikçe, azabı zorunlu kılan eylemleri ısrarla sergilemedikçe yüce Allah
kullarına azap etmeyi istemez. Bu yüzden yüce Allah onları bu dünyada azap görmekle tehdit ederken, bunun
gerisindeki amacı şu şekilde açıklıyor: "Belki dönüp yola gelirler." Fıtratları uyanır, az önceki sahnede gördüğümüz
fasıkların acı akibetine uğramayı gerektiren bir davranış sergilemiş olsalar bile azabın verdiği acı onları doğruya
yöneltir belki. Ancak kendilerine Allah'ın ayetleri anlatılır, onlar da yüz çevirirlerse, en yakın azabı tatmalarına
rağmen tutumlarından vazgeçmezlerse, ibret almazlarsa, o zaman onlar zalimdirler. (Seyyid Kutub Tefsiri)
22.
Rabbinin ayetleri kendisine anlatılan, (ve anladıktan) sonra onlardan yüz çeviren kişiden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Biz o suçlulara hak ettikleri cezayı veririz.[*]
Ayetteki ifadeye bakıldığında anlaşılıyor ki, Allah’ın mesajlarına sırt çevirmek yanı ilahi direktifleri dışlayan bir hayat tarzı oluşturmak, Kur’an’ın öngördüğü kurallara uymayan bir yaşam biçimi ortaya koymak, nefsin istek ve arzularına uyarak, tâğûtî bir sistemin askeri olmak ve şeytanın safında yer almak en büyük zulümdür. Nitekim Kur’an’daki ayetler, insanın doğru, tutarlı, istikrarlı, düzenli, disiplinli ve âdil bir hayat yaşaması için gönderilmiştir. Zira Kur’an’ın egemen olduğu toplumlarda ezilmekten, sömürülmekten, hakların çiğnenmesinden, adaletsizlikten, çaresizlikten, açlıktan, yoksulluktan, sevgisizlikten, düşmanlıktan söz edilemez. Eğer bu olumsuzluklardan söz ediliyorsa o toplumun hayatında Mushaf vardır ama Kur’an yoktur. Unutmayalım ki İslam toplumlarında düzenlenen Kur’an ziyafetleri, Kur’an okuma yarışmaları, tecvid, kıraat ve tashih-i huruf çalışmaları tamamen Mushaf’ta yazılı bulunan ayetlerin manasıyla değil metinleriyle alakalıdır. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)
BÖLÜM 3
23.
Musa'ya Kitap vermiştik. Onunla (o kitapla) yüz yüze geleceğinden şüphen olmasın. Onu, İsrailoğullarına rehber yapmıştık.
24.
Onların içinden kimileri ayetlerimize kesin olarak inanıp sabırlı davranınca / duruşlarını bozmayınca, o kişileri emrimizle (kitabımızla) yol gösteren önderler yaptık.
25.
Şüphesiz ki Rabbin, kıyamet gününde bizzat kendisi, onların aralarında ihtilafa düştükleri konularda hükmünü verecektir.
26.
Bugün yurtlarında dolaştıkları nice kuşakları daha önce helâk etmiş olmamız, halâ onları yola getirmedi mi? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Halâ dinlemeyecekler mi?[*]
Geçmiş milletlerin yerle bir olmuş yurtları yüce Allah'ın mesajını yalanlayanlara ilişkin yasasının somut bir ifadesidir.
Allah'ın yasası ise her zaman geçerlidir. Kesinlikle değişmez ve hiçbir suçluyu kayırmaz. İnsanlık, ortaya çıkışı ve
yok olup gidişi, zayıflığı ve güçlülüğü bakımından değişmez yasalara boyun eğmektedir. İşte Kur'an-ı Kerim bu
yasaların değişmezliğine ve sürekli yürürlükte olduklarına dikkat çekiyor. Kur'an-ı Kerim asırların geride
bıraktıklarını, geçmiş milletlerin eserlerini; harap olmuş izlerini, geçmişte yok edilen beldelerde yaşayan insanların
ürkütücü kalıntılarını bir ibret sahnesi, kalplere yönelik bir uyarı, duyarlılığı artırıcı bir etken, Allah'ın azabının
baskınından, zorbaları suçüstü yakalamasından korkutma amaçlı bir mesaj olarak kullanır. Ayrıca bunları yüce
Allah'ın belirlediği yasaların, evrensel düzenin değişmezliğinin bir kanıtı olarak gözler önüne serer. Böylece
insanların kavrayışlarının, ölçme ve değerlendirme kriterlerinin düzeyini yükseltir. Artık hiçbir nesil ya da kuşak
insan hayatına egemen olan ve yüzyıllar boyu sürekli yürürlükte olan evrensel ve değişmez hayat düzenini unutarak
herhangi bir zaman veya mekânın dar sınırları içinde kalmaz, Ne yazık ki, birçokları aynı akıbetle yüz yüze
gelmedikçe bu gerçeği hep unuturlar!
Kuşku yok ki, geçmiş milletlerin harap ve ıssız yurtları, duyabilen bir-kalbe, uyanık bir duyguya yönelik çok etkili ve
ürpertici bir mesajı vardır. İnsanı derinden sarsan, vicdanını ürperten, kalpleri titreten bir dili vardır bu yerlerin. İlk
önce bu ayetlerle muhatap olan Araplar Ad ve Semudoğulları'nın yaşamış oldukları bölgelerde dolaşıyor; Lût
kavminin yaşadığı kentlerden geriye kalan kalıntıları görüyorlardı. Kur'an-ı Kerim, geçmiş yüzyılların izleri gözlerinin
önünde olmasına rağmen, Allah'ın ayetlerini yalanladıkları için cezalandırılan toplumların harap olmuş yurtları
karşılarında duruyor olmasına rağmen, buralara uğrayıp aralarında dolaşmalarına rağmen, kalplerinin
heyecanlanmamasının, duygularının ürperip sarsılmamasını, Allah'dan korkmaya ve benzeri bir akıbete uğramaktan
sakınmaya ilişkin duyarlılıklarının artmamış olmasını, bu sayede doğru yolu görmemiş olmalarını, kendilerini yüce
Allah'ın suçüstü yakalayıp yerle bir etmeye ilişkin vaadinden kurtaracak olumlu bir tutuma yöneltmemiş olmalarını
tuhaf karşılıyor.
"Şüphesiz bunda ibretler vardır. Halâ dinlemeyecekler mi?"
İçinde dolaştıkları bu harap yurtlarda yaşamış geçmiş milletlere ilişkin kıssaları, uyarıldıkları azap başlarına
gelmeden, hoşlanmadıkları akıbete uğramadan önce bu uyarıyı dinlemezler mi? (Seyyid Kutub Tefsiri)
27.
Görmediler mi ki, Biz, yağmuru kurumuş toprağa sevkediyoruz da, onunla öyle bir ekin yetiştiriyoruz ki, ondan sağmal hayvanları da yiyor, kendileri de yiyor. Artık (Allah’ın kudretini ve lütfunu) görmezler mi?
28.
Bir de, o kâfirler, size: “Eğer doğru
söylüyorsanız, bu (sizin dediğiniz) fetih[*] (zafer, aramızda hükmedilmesi) ne zaman?” diyorlar.
“Fetih günü” Kıyamet günüdür; bu gün, müminlerle düşmanlarının arasının kesin olarak ayrılacağı ve onlara karşı zafer elde edecekleri
gündür. Bedir günü olduğu da söylenmiştir. Mücahid [v. 103/721] ve Hasan-ı Basrî [v. 110/728] Radıyallahu anhumâ’ın onu Mekke’nin fethi günü
diye yorumladıkları nakledilmiştir. (Zemahşeri Tefsiri)
29.
De ki: “O fetih günü kâfir olanlara artık
imanları fayda vermeyecek, onlara mühlet de verilmeyecektir.”
30.
Öyleyse onlardan yüz çevir ve bekle; onlar da beklemektedirler.