Nûh şöyle yakardı: "Rabbim! Yeryüzünde, kâfirlerden yurt tutacak / gezip dolaşacak hiç kimse bırakma! Eğer bırakırsan kullarını saptırırlar. Bunlardan doğacak olanlar da günahkar ve kafir olurlar. Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime gelen mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla! Yanlış yapan bu kimselerin de sadece yıkımlarını arttır!” (Nuh 26-28)
Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla
1.
Acıklı bir azap gelmeden önce kavmini uyar diye, Nuh’u kendi toplumuna elçi olarak gönderdik.
2.
Dedi ki, "Ey kavmim! Gerçekten ben size açık bir uyarıcıyım.
3.
Allah'a kulluk edin, O'nun için takva[*] sahibi olun ve bana itaat edin.
Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)
4.
O zaman Allah günahlarınızı bağışlar ve belirlenmiş ecelinizin sonuna kadar sizi yaşatır.[*] Allah’ın verdiği ömür bitince erteleme olmaz. Keşke bunu bilseniz!”
Şayet “Ecelin geciktirilemeyeceğini [âyette] haber verdiği hâlde
Allah nasıl ‘sizi adı konulmuş bir ecele kadar geciktirsin’ buyurabilmiş? Bu
apaçık bir çelişki değil midir?” dersen şöyle derim: Allah -meselâ- şuna
hükmetmiş olabilir: Şayet Nûh kavmi iman ederse ömrü bin yıl olacak;
ama inkârı üzere devam ederse onu dokuz yüzüncü yılın başında helâk edecektir. İşte onlara şöyle denilmektedir: İman edin ki Allah sizi (helâk etmeyip) adı konulmuş bir ecele, bitiş tarihini Allah’ın belirlediği, yaşayacağınız
ama daha ilerisine geçemeyeceğiniz bir vakte kadar geciktirsin ki o vakit,
bin yıldan ibaret en uzun vakittir. Sonra,
önceki vaktin geciktirildiği gibi
bu nihaî ecelin geciktirilemeyeceğini, bu hususta elinizde bir çare olmadığını haber vermiştir. O hâlde size mühlet olarak verilen bu vakitlerde sâlih
ameller yapmaya gayret ediniz! (Zemahşeri Tefsiri)
5.
Bir zaman sonra Nuh: “Ey Rabbim!” dedi. “Ben toplumuma gece gündüz çağrıda[*] bulunuyorum.
Ayetteki [de‘avtü] fiili tebliğde “davet”in esas olduğunu öğretmektedir. Yüce Allah kullarını inanmaya mecbur tutmadığına ve sonuçlarına katlanmak üzere onları tercihlerinde serbest bıraktığına göre, dine davet edenler zorlamaya, baskıya veya insanlık dışı muamelelere başvuramazlar. Bu yüzden, gönüllere işleyecek şekilde davette bulunmak tebliğin olmazsa olmazıdır. (Mehmet Okuyan Tefsiri)
6.
Ama bu çağrım onları senden daha da uzaklaştırdı.
7.
Gerçekten de günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ayak dirediler, büyüklendikçe büyüklendiler.
8.
Sonra ben onları açık açık çağırdım.
9.
Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum.
"(Bağışlama dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.
12.
Ve size mallarla, oğullarla yardım etsin, size bahçeler versin, ırmaklar versin.
13.
Size ne oluyor ki Allah’a saygı göstermek istemiyorsunuz?
14.
Hâlbuki, O, sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.[*]
Hz. Nuh'un milletine sözünü ettiği aşamalar onların anladıkları bir şey olmalı. Veya bu deyimin ifade ettiği
anlamlardan birini o zaman anlıyorlardı. Hz. Nuh, böyle bir hatırlatma ile onların ruhlarını etkileyip davetine olumlu
karşılık vermelerini sağlamak istiyordu. Tefsircilerin çoğu burada sözkonusu edilen aşamaların, ceninin ana rahminde
nütfeden, kan pıhtısına, oradan bir çiğnem ete, oradan iskelete ve tüm organları tamamlanmış insana kadar
geçirdiği evreler olduğunu söylüyorlar. Hz. Nuh, bu hatırlatmada bulununca milletinin bunu anlâması mümkündür.
Çünkü, doğumdan önce meydana gelen düşükler bu konuda onlara bir fikir vermiş olabilir. Bu ayetin ifade ettiği
anlamlardan biri budur. Bu ayetin anlamı, bugünkü embriyoloji biliminin söyledikleri de olabilir. Buna göre embriyo,
başlangıçta tek hücreli canlılara benzer, hamileliğin belli bir aşamasından sonra çok hücreli canlılara benzeyen
embriyo biçimlenir. Sonra suda yaşayan bir canlı şeklini alır. Arkasından memeli hayvanlara benzer. Sonra insana
benzemeye başlar. Bu bilimsel açıklamayı Nuh'un kavminin bilmesi uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu gerçekler
günümüzde ortaya çıkmıştır. Bu ayet, başka bir yerde yüce Allah'ın embriyonun aşamalarına ilişkin sunduğu
gerçeklerden sonra vurguladığı anlamı da kastetmiş olabilir: "Sonra biz onu bir başka yaratık halinde var ettik.
Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yücedir."(Mü'minun 14) Öte yandan gerek bu ayetin gerekse diğer ayetin henüz
ortaya çıkmamış ve yararlanamadığımız başka anlamları da olabilir. (Seyyid Kutub Tefsiri)
15.
Allah’ın yedi kat göğü nasıl birbiriyle uyumlu tabakalar halinde yarattığını görmüyor musunuz?
16.
Aralarında Ay'a aydınlık verdi ve Güneş'in ışık saçmasını sağladı.
17.
Sizi yerden bitki gibi bitiren Allah’tır.
18.
Sonra sizi ölümünüzle birlikte o toprağa geri döndürecek daha sonra sizi yeniden dirilterek tekrar ortaya çıkaracaktır.
19.
Allah sizin için yeryüzünü yayıp / döşedi.
20.
Üzerinde gezip dolaşmanız için yollar ve vadiler oluşturdu."
BÖLÜM 2
21.
(Bu öğütlerin hiçbirinin fayda vermediğini gören) Nûh, (Rabbine dönerek): "Rabbim" dedi, "onlar bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendisinin ziyanını artırmaktan başka işe yaramayan (şımarık, gururlu) bir adama uydular.
Lafzen, “serveti ve evlatları yalnızca kendisinin zararını arttıran kimseye uydular”: yani, temayülleri ve sahip olduğu özellikler yalnızca kibirlerini ve küstahlıklarını arttırır ve onları ruhsal bir yok oluşa sürükler. Ayrıca, burada, özellikle ve yalnızca maddî refaha yönelmenin, uzun vadede mutlaka bütün moral değerleri ve böylece toplumun temel dokusunu tahrip edeceği gerçeğine bir telmîh vardır. (Muhammed Esed Tefsiri)
22.
Ve çok büyük tuzaklar kurdular!
23.
Şöyle dediler: "Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.[*]
Bu liderler sapıklıkla da yetinmiyorlar: "Birbirinden büyük düzenler kurdular." Son derece büyük düzenler kurdular.
Davet hareketini başarısızlığa uğratmak, insanların kalplerine giden yolları tıkamak için düzenler kurdular. Halkın
içinde yüzdüğü cahiliye hayatını, sapıklığı ve küfrü çekici kılmak için entrikalar düzenlediler. Bu düzenlerden biri de
halkı, tanrı diye isimlendirdikleri putlara sarılmaya teşvik etmekti: "İnsanlara sakın tanrılarınızı bırakmayın dediler."
Bu putları "tanrılarınız" tamlaması ile sundular ki, yalancı bir gayret ve içlerinde günahkar bir hamiyet duygusu
uyandıralar. Bu putlar arasında en büyüklerini ayrıca zikrederek onlara belli bir değer verdiler. Böylece sapıklığa
dalmış kamuoyunda bir heyecan, bir gayret uyandırmak istediler: "Ved, Suva, Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından
vazgeçmeyin: ' Bunlar onların kulluk sundukları en büyük putlardı. Bu putlara Hz. Muhammed'in peygamber olarak
görevlendirildiği döneme kadar ibadet ediliyordu.
İşte sapık ve saptırıcı liderler, her cahiliye ortamında yaygın olan sloganlara uygun çeşitli isim ve görüntüler altında
putlar dikerler. Bu putların etrafında bağlılar, izleyiciler oluştururlar. Onların kalplerinde bu putlara yönelik bir
gayret, bir hamiyet duygusu meydana getirirler. Ardından bu yulardan tutup onları istedikleri tarafa yöneltirler.
Kendilerine yönelik itaat ve bağlılığın garantisi olan sapıklığın içinde yüzmelerini sağlarlar. "Böylece bir çoğunu
saptırdılar." Değişik komplolarla, düzen ve ısrarlı propagandalarla Allah'ın davasının önünü tıkamak, kalpleri
davetçilerin açıklamalarının etkisinden uzaklaştırmak için insanları taştan, ağaçtan, tarihsel kişiliklerden,
ideolojilerden oluşan putların etrafında biraraya getiren her dönemdeki sapık liderler gibi... (Seyyid Kutub Tefsiri)
24.
Doğrusu böylece onlar birçoklarını yoldan çıkardılar; Sen de (Allah’ım) bu zalimleri hedeflerinden daha fazla saptır!”
25.
Onlar, günahlarından dolayı suda boğuldular. Ardından da ateşe atılacaklar. Allah ile aralarına girecek yardımcılar da bulamayacaklar.
26.
Nûh şöyle yakardı: "Rabbim! Yeryüzünde, kâfirlerden yurt tutacak / gezip dolaşacak hiç kimse bırakma!
27.
Eğer bırakırsan kullarını saptırırlar. Bunlardan doğacak olanlar da günahkar ve kafir olurlar.
28.
Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime gelen mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla! Yanlış yapan bu kimselerin de sadece yıkımlarını arttır!”