MUHAMMED SURESİ

İniş Sırası: 95 • Mushaf Sırası: 47 • Medeni Sure • 38 Ayettir

Efes Antik Kenti

Siz ey inananlar! Eğer Allah'a (O'nun dininin yayılmasına) yardım ederseniz, (O da) size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır. O inkârcılara gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarır. Bu, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmamalarına karşılıktır. Allah da işlerini boşa çıkarır. Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah, onları yerle bir etmiştir. İnkâr edenlere de bu akıbetin benzerleri vardır. Bu böyledir. Çünkü Allah iman edenlerin yardımcısıdır. İnkâr edenlerin ise yardımcısı yoktur. (Muhammed 7-11)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Allah, inkar edenlerin ve kendi yolundan alıkoyanların işlerini boşa çıkarır.[*]

SADDÛ: Yüz çevirmek, aldırmamak mânâsına mastarından lâzım yahut da men etmek, çevirmek mânâsına 'den müteaddi olabilir. İkisiyle de tefsir edilmiştir. Keşşaf haşiyesi Keşf'te der ki: Birincisi daha açıktır. Çünkü: "De ki işte benim yolum budur. Basiretli olduğum halde Allah'a davet ederim." (Yusuf, 12/108) buyurulduğuna göre Allah yolundan sapmak Muhammed (s.a.v)'in getirdiği doğru yoldan yüz çevirmektir. İkinci âyette: "Ve o kimseler ki iman etmekte ve salih salih ameller işlemekte ve Muhammed'e indirilene inanmaktadırlar." buyurulmasına karşılık şekliyle uygun olan da budur. Gerçekten bu iki âyetin getirilmesi kâfirlerle müminlerin ve özellikle Hz. Muhammed'e indirilene, gereği gibi iman edenlerle etmeyenlerin bir mukayesesini göstermesi itibarıyla bu karşılık önemlidir. Âyetin iniş sebebi Mekke müşrikleri olmakla beraber mânâ geneldir. Yani Mekke müşrikleri gibi küfredip de Allah yolundan Muhammed (s.a.v.)'in davet ettiği hak İslâm dininden yüz çevirenlerin Allah amellerini boşa gidermektedir. Mesailerini, çalışmalarını, yaptıkları iyi işleri hedefine isabet ettirmeyip boşa çıkarmaktadır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

2. İnanıp güvenen, iyi işler yapan ve Muhammed'e indirilene inananlara gelince -ki ona indirilen, Rablerinden gelen bir gerçektir- Allah onların kötülüklerini örter ve durumlarını düzeltir[*].

Buna karşılık Ve onlar ki iman edip salih işler yapmakta ve Muhammed'e indirilene iman etmektedirler. Yani burada imandan maksat özellikle Muhammed (s.a.v)'e indirilen kitap ve şeriata imandır. Çünkü Rablerinden gelen hak odur. Allah yolunu hakkıyla beyan eden ve Allah'dan geldiğine hiç şüphe olmayan hak kitap ancak odur. Diğerleri kısmen bozulmuş, kısmen de neshedilmiş (hükmü kaldırılmış) olmakla, Kur'ân'ın tasdiki ile birlikte bulunmayanlar hak değildir. Onun için istenen iman ona imandır. Bu şekilde ona hakkıyla iman edip de gereğince salih amellere çalışan müminler Allah kendilerinden kabahatlerini keffaretleyip örtmekte ve yüreklerini, hal ve durumlarını düzeltmektedir. Kâfirler boşuna çalışırken, bunlar düzen ve intizam içinde günden güne ilerleyip fikir ve kalplerini düzeltmekte ve işlerinde ileri gitmektedirler. Mekke'deki kâfirlerle Medine'deki müminlerin hali karşılaştırılınca bu tecrübe ile sabit olduğu gibi bütün tarihte de imanlarında salih olan müslümanların hali böyle olmuştur. Şu halde her ne zaman bunun aksi görülmüşse müslümanların iman ve dürüstlüklerinin bozulmuş olmasındandır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

3. Bunun sebebi, inkar edenlerin batıla Doğru ve haklı olmayan. Çürük, temelsiz, asılsız. uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarındandır. İşte Allah, onların durumlarını, insanlara böyle anlatır.[*]

O, öyle olması, yani kâfirlerin taşkınlığı, müminlerin dürüstlüğü şu sebepledir ki: Küfredenler batıla tabi olmuşlar, Allah yolundan kaçınıp hevalarına, keyiflerine uyarak boş ve gelip geçici maksatlar peşinde koşmuşlar, iman edenler ise Rabblerinden gelen hakka tabi olmuşlardır. İşte Allah insanlara mesellerini böyle getirir. Her kavmin alemde mesel olacak iyi veya kötü sonuçlarını kendilerine bu şekilde yapıştırır, kılıklarını yüzlerine böyle çarpar. Batıl peşinde koşanların meselleri şaşkınlık, hakka tabi olanların meselleri de kalp, dürüstlüğü ile başarı olur. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

4. Kâfirlik edenlerle savaşta karşılaşınca boyunlarını vurun. Nihayet (kuvvetlerini kırıp) onları etkisiz hale getirince bağlarını sıkı tutun (esir alın). Sonra ya karşılıksız ya da fidye karşılığı serbest bırakın[*] ki savaşın doğurduğu ağır sıkıntılar ortadan kalksın. Yapmanız gereken budur. Allah farklı tercihte bulunsaydı onların hakkından kesinlikle kendisi gelirdi. Bunu yapmaması, birinizi diğerinizle yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların işlerini asla boşa çıkarmaz.

Bu ayete göre savaş esirlerini, karşılıksız veya fidye karşılığı serbest bırakmak gerekir. Hiçbir ayette, onların öldürülmesine veya köleleştirilmesine dair bir işaret yoktur. Nebimiz, aldığı bütün esirleri, bu ayet gereği serbest bırakmıştır. Ama Şii - Sünni mezhepler dahil, ulemanın büyük çoğunluğu ilgili ayetleri ve Nebimizin uygulamalarını yok sayarak esirlerin öldürülebileceği, köle ve cariye yapılabileceği ve cariyelerle nikahsız cinsel ilişkiye girilebileceği konusunda ittifak etmişlerdir. Bunun için bazı ayetleri yok saymışlar (Bakara 2/221, Nisa 4/25, Nur 24/32-33), bazı ayetlerin de anlamını bozmuşlardır (Nisa 4/3, Mü’minun 23/5-6, Mearic 70/29-30). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

5. Onlara [öteki dünyada da] rehberlik yapacak ve kalplerini sükûna kavuşturacaktır,
6. Nihayet onları kendilerine tarif ettiği cennete koyacaktır.
7. Ey İman edenler, eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım edecek ve ayaklarınızı sabit kılacaktır.

“Allah’a yardım etmek” ifadesi, “O’nun öğütlerini tutmak, dinine hizmet etmek, insan için gönderdiği vahyi toplumun saadeti için insanlara ulaştırmaktır. Yani insanın kendisine yardım etmesidir” Yoksa Allah’ın kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

8. İnkarcılar ise, mahvolacak ve (Allah) çalışmalarını boşa çıkaracaktır.
9. Bu, onların, Allah'ın indirdiğini kötü görmeleri sebebiyledir. Bu sebeple yaptıklarını iptal etmiştir.[*]

Bu ifade onların kalplerinde dolaşan, kafalarını meşgul eden, Allah'ın indirmiş olduğu Kur'an'ı, şeriatı, sistemi ve O'na yönelmeyi çirkin görmelerinin ifadesidir. Kendilerini inkarcılığa, inada, düşmanlığa ve ısrara iten de budur zaten, ruhu bozuk olan birçoklarının durumu böyledir. Çünkü bu kişilerin karakterleri islamın yapısına aykırı olduğu için bu sağlam ve bu doğru yoldan tiksinirler. Ve bu kişiler içten içe bu hak olan yol ile çarpışırlar. İnsan böyleleri ile her yerde ve her zaman karşılaşır ve böylelerini görür, hisseder. Hatta öyle ki dinin adını duyar duymaz kendilerini akrep ısırmış gibi ürkerler. Çevrelerinde konuşulan sözlerin içinde dinden söz edilmesinden ve dine ima edilmesinden kaçınırlar. Herhalde bizler bugünlerde bu tip durumlarla karşılaşmaktayız ki bu dikkatten kaçmayan bir durumdur.

Allah'ın indirdiklerinden hoşlanmamaya karşılık olarak yüce Allah ta onların amellerini boşa çıkarmıştır. "Amellerin boşa çıkarılması" Kur'an'ın canlandırarak ifade etme metoduna uygun olarak yapılmış bir ifade örneğidir. Ayette boşa çıkarma terimini ifade etmek için getirilen "Hubut" sözcüğü, davarların otlakta bir çeşit zehirli otu yiyince karınlarının şişmesi demektir ki davarlar bu şişkinlik sonucu patlayıp telef olurlar. İşte aynen bunun gibi, inançsızların amelleri de şişer, patlar yarılır... Sonra da mahvolur ve kaybolur gider. Bu bir tablodur, bu bir harekettir. Ve bu Allah'ın indirdiğini çirkin gören sonrada bu zehirli ottan yiyen ve şişen hayvanların karnı gibi şişkin ve kocaman amellerini beğenen, kimselerin durumlarına uygun bir sondur.

Sonra yüce Allah, onların başlarını, şiddetle ve sert bir şekilde kendilerinden önce geçenlerin akibetlerine çevirmektedir (Seyyid Kutub Tefsiri)

10. Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah, onları yerle bir etmiştir. İnkâr edenlere de bu akıbetin benzerleri vardır.[*]

Bu dehşet saçan çok şiddetli bir uyarıdır. İçinde patlama, içinde gürültü vardır. Ve içinde onlardan önce geçenlerin manzaraları vardır. Çevrelerinde olan her şeyi, neleri varsa hepsini başlarına geçirmiştir Allah... Bir de ne görelim, onların çevrelerinde ne varsa, kendilerine ait neler varsa artık birer enkaz yığını olmuştur... Kendileri de o yığınların altında çırpınıp durmaktalar. Ayetin çizdiği bu tablonun hem şekli ve hem de hareketi bizlere yansıtılmak için özel olarak seçilmiştir. İfade, etkisi ve namesi ile bu tabloyu yansıtırken her şeyin parçalanıp yere yıkılması da korkunç seslerle patlama tablosu canlandırmaktadır.

Daha önce geçen kafirlerin köklerinin kazınması, yerlere yıkılıp enkaz altında kalmaları sahnesinde, Kur'an'ın indiği esnada yaşayan kafirleri ve halâ inkarcılık niteliğini taşıyan herkesi bu akibetin, her şeyi başlarına geçirip kendilerini yok ettiği ve enkaz yığınları arasına gömdüğü bu acı akibetin, kendilerini beklediği görülüyor:

"İnkarcılara da onların başına gelenlerin benzeri vardır."

Eski ve sürekli bir kural olarak, inkarcıların yok edilip köklerinin kazınmasına ve müminlere yardım edilmesine yol açan ve korkunç ve dehşetli olduğunun açıklaması da şudur: (Seyyid Kutub Tefsiri)

11. Bu böyledir. Çünkü Allah iman edenlerin yardımcısıdır. İnkâr edenlerin ise yardımcısı yoktur.[*]

Dostu ve yardımcısı Allah olana yeter. Allah hem yeter ve hem de hiçbir şeye muhtaç etmez. Böyle birisinin başına gelebilecek bela, ancak ve ancak bir deneme ve imtihandır ve gerisinde bir hayır vardır. Yoksa Allah onun dostluğundan çekilmiş değildir. Bu aynı zamanda Allah'ın dost edindiği kullarına yardımını edeceği vaadinden vazgeçmesi de demek değildir. Allah bir kimsenin dostu değilse, bütün insanları ve cinleri kendisine dost edinse bile o kimsenin hiç dostu yok demektir. Sonunda o kimse zarardadır ve aciz bir yaratıktır. İsterse bütün koruma araçları ve insanların bildikleri tüm güçler onun için bir araya gelsinler. (Seyyid Kutub Tefsiri)

BÖLÜM 2
12. Şüphesiz Allah, inanıp iyi amel işleyenleri, içinden ırmakların aktığı cennetlere koyacaktır. İnkâr edenler ise, dünya nimetlerinden yararlanıp hayvanlar gibi yiyip içecekler. Sonunda varacakları yer ateş olacaktır.
13. [Ey Muhammed,] Seni (yurdundan) kovan bu toplumdan daha güçlü nice toplumları yok ettik de onlara bir yardım eden çıkmadı![*]

Müşrikler, Hz. Peygamberi hicrete mecbur etmekle rahata kavuştuklarını sanmışlardı. Oysa bu hareketleri ile kendilerinin felâketlerini hazırlamışlardı. (Suat Yıldırım Tefsiri)

14. Rabbinin katından açık bir belgesi olan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen ve nefislerinin arzularına uyan kimseler gibi midir?[*]

Bu, her iki zümrenin durumları hakkında gerek sistem gerek yaşama üslubu bakımından köklü bir farktır. Bir kere iman edenlerin "Rabbleri katından gelmiş bir delilleri vardır. Dolayısı ile gerçeği (Hakkı) görmüşler ve tanımışlardır. Gerçeğin kaynağından kuşkusuzca emin olmuşlar, Rabblerine bağlanmışlar ve gerçeği O'ndan almışlardır. Alırlarken de bunun O'nun yüce katından geldiğinden kuşkusuzca emin olmuşlar, aldatılıp sapıtılmadıklarının kesin bilgisini elde etmişlerdir. İnkar edenlere ise kötü amelleri iyi gösterilmiş ve onlar da kötü amellerini iyi görmüşlerdir. Amellerinin kötü olduğunu görememişler, doğruluğundan kuşkusuzca emin olamamışlardır. Ve başvuracakları herhangi bir prensibe, karşılaştıracakları bir temele ve kendilerine hakkı batıldan ayıracak olan herhangi bir ışığa sahip olmadan "Keyfi arzularına uymuşlardır." hiç bunlarla onlar bir olurlar mı? Bunlar birbirlerinden gerek durum gerek sistem ve gerekse yönelme bakımından çok farklıdırlar. Bu nedenle değerleri, alacakları karşılık ve akibetleri aynı olamaz. (Seyyid Kutub Tefsiri)

15. Takva[*] sahiplerine vaadedilen cennetin durumu şudur: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için orada her çeşit meyva ve Rablerinden bağışlama vardır. (Bu nimetler içinde olan) ateşin içinde sonsuza kadar kalacak olan ve kendilerine barsaklarını parça parça eden kaynar sudan içirilenler gibi olur mu?

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

16. Onlardan seni dinleyenler var. Yanından çıkınca bilgi sahibi olanlara: "Ne dedi şimdi bu!" derler. Onlar, Allah’ın kalpleri üstünde yeni bir tabiat oluşturduğu[2*] ve kendi arzularına uyup duran kimselerdir.[*]

Resulullah'ı ilgi ile dinledikten sonra kalkıp ta "Az önce ne demişti?" diye soru sormaları Resulullah'ın sözlerine göstermelik olarak kulak verdiklerini ve göstermelik olarak dikkat ettiklerini gösterir ve kalplerinin gaflet içinde, başka şeylerle meşgul ya da kör ve kapalı olduğunu ifade eder. Bir de gizliden gizliye ve alçakça alaylarını gösterir. Çünkü onlar bu soruları ile ilim adamlarına şunu söylemek istiyorlardı: Muhammedin söylediği şeyler anlaşılmıyor. Ya da Muhammed anlaşılabilir şeyler söylemiyor. Nitekim şu arkadaşlarımız baksanıza Muhammed'i dinledikleri halde Kur'an'dan birşey anlamıyorlar, onlar hiçbir anlam çıkaramıyorlar. Öte yandan bu soruları ile, tıpkı sahabenin Peygamberin ağzından çıkan her sözcük karşısındaki tutumlarında olduğu gibi, ilim adamlarının da Peygamberin söylediği her şeye sarılmaya, sözlerinin anlamlarını tamamı ile kavramaya ve ezberlemeye düşkünlükleri ile alay etmeyi amaçlıyor da olabilirler. Ve ilim adamlarından Peygamberden duydukları sözleri açıkça ya da gizlice alay etmek için tekrarlamalarını istiyorlardı. Bu ihtimallerin tümü ruhlarında gizli olan alçaklığı, pisliği, körlüğü ve gizli maksadı gösteriyordu. (Seyyid Kutub Tefsiri)

17. Hidâyeti kabul edenlerin ise Allah hidâyette yakînlerini Sağlam, kesin bilgi. artırır ve kendilerine takva nasib eder.[*]

Ayette olayların sıralanışı ve dizilişi, üzerinde durulması gereken bir özelliktir. Şöyle ki, hidayete erip doğru yolu bulanlar kendileri doğru yolu bulmuşlar, yüce Allah da onları, hidayetlerini artırmakla ödüllendirmiştir. Ve onlara "Takvasını öğretir." Bu ödül birinciden daha derin ve daha mükemmel ikinci bir ödüldür. Takva gönülde yer eden bir duygudur. Kalbi Allah korkusundan tir tir titreten, ona Allah'ın kontrolünü hissettiren, onu Allah'ın gazabından korkutan, ona Allah'ın hoşnutluğunu arzu ettiren, Allah'ın kendisini hoşnut olmadığı bir durumda ya da halde, görmesinden utandıran bir yüce duygudur takva... İşte takva, bu ince ve keskin duyarlılıktır. Ve bu yüce Allah'ın kullarından dilediği kimselere kendileri doğru yola girdiklerinde ve Allah'ın hoşnutluğuna ermeyi arzuladıklarında bahşetmiş olduğu bir mükafattır.

Doğru yola erme, takva ve duyarlılık önceki ayette yer alan münafıklık, duyarsızlık ve gaflet hallerine karşılıktır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

18. Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak onun alametleri gelmiştir (ama öğüt almıyorlar). Kıyamet kendilerine gelip çatınca öğüt almaları kendilerine ne fayda verecek?[*]

Gafilleri şiddetle gaflet uykusundan uyandıran güçlü bir sarsmadır bu. Hani bir sarhoşu yakasından tutup sarsarsın ya tıpkı onun gibi. Resulullah'ın huzuruna giren ve hiçbir şey kapmadan, öğrenmeden bir öğüt almadan oradan dışarı çıkan şu gafiller ne bekliyorlar, neyi bekliyorlar? "Onlar kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar?" Onlar kendileri gaflet içinde yürürlerken yere batarlarken kıyametin ansızın karşılarına dikilmesinden başka bir şey mi bekliyorlar.

Onlar kıyametten başka birşey mi bekliyorlar? "İşte onun belirtileri geldi". Kıyametin belirtileri ortaya çıkmıştır. Şu en son Peygamberlik kurumu bunun en büyük belirtisidir. Bu son Peygamberlik kurumu, ileride gelecek olan belirlenmiş süre öncesi (Kıyamet) yapılan en son uyarı ve ültimatomdur. Nitekim Resulullah işaret ve orta parmağını yan yana getirip göstererek "Ben gönderildiğimde kıyametle aramızdaki mesafe şu iki parmağımın arası kadar birbirine yakındır." (Hadisi Buhari ve Müslim Sa'd oğlu Sehl kanalı ile naklederler) buyurmuştur.

Resulullah'tan bu yana geçen zaman eğer uzun gibi görünüyorsa şunu unutmamalı ki Allah'ın katındaki günler bizim alıştığımız günlerden farklıdır. Fakat Allah'ın hesabında kıyametin ilk belirtileri gelmiştir. Dolayısı ile aklı başında birisi gaflet içinde olmamalı. Çünkü kıyamet ansızın kendisini yakalayıverir, ne uyanmaya ve ne de öğüt almaya fırsatı olur. (Seyyid Kutub Tefsiri)

19. Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur ve kendi günâhın için de, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için de bağışlanma dile. Allah dönüp dolaştığınız yeri de barındığınız yeri de bilir.[*]

Sûrenin başından buraya kadar geçen açıklamalara bir sonuç olmak üzere buyuruluyor ki: Öyle ise şimdi iyi bil ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, tapılacak, ibadet yapılacak, kulluk edilecek, mabud tanınacak başka hiçbir mabud yok, yalnız ilâhlık kendisinin hakkı olan Allah vardır. Gerçeğin böyle olduğunu şimdi kıyamet kopmadan önce bil. Bil de hem kendi günahın için mağfiret iste, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için. Nerede dolaşıp, nerede karar kılacağınızı Allah bilir. Halinizin ne olduğunu dünya ve ahirette istikbalinizin nereye varacağını yalnız Allah bilir. Onun için olmuş veya olması mümkün olan her türlü günaha o şekilde istiğfar et. Bu istiğfarın cevabı Fetih Sûresi'nde gelecektir. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

BÖLÜM 3
20. İman etmiş olanlar “Keşke savaş hakkında bir sure indirilmiş olsaydı!” derler. Ama hükmü apaçık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık bulunanların ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur![*]

Bu ayet, bu surenin Bedir savaşından önce indirildiğinin delilidir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

21. Onlara düşen, itaat etmek ve güzel söz söylemektir. İş ciddiye bindiği zaman Allah'a verdikleri söze sadık kalsalardı, elbette kendileri için daha iyi olurdu.
22. Savaştan yüz çevirirseniz, bulunduğunuz yerde fesat çıkarmanız ve akrabalık bağlarını koparmanızdan başka ne bekleyebilirsiniz ki[*]!
23. İşte onlar o kimselerdir ki, Allah, kendilerini lânetlemiş de, kulaklarını (sanki) sağır, gözlerini de (sanki) kör etmiştir.
24. Onlar, bu Kur’an’ı iyice düşünmezler mi? Yoksa onların kalpleri üzerinde kilitleri mi var?[*]

Bu hitap doğrudan o günün inkârcılarına olsa da bugün için bu ayetin birinci muhatabı Müslümanlardır. Zira Müslümanlar Kur’an’ı sadece lafız tekrarı yaparak terennüm ediyor, onun Arapça metnini güzel sesli insanlara okutarak geçici bir rahatlama yaşıyor, onun harflerinin mahreçleriyle gırtlak ve diyafram egzersizleriyle zaman tüketiyor, değişik adlarla anılan bir sürü kıraat programlarına katılarak onun anlaşılmayan metni üzerinde çalışmalar yapıyor. Ama onun hükümlerini iyiden iyiye düşünecek, ondaki öğretileri hayata geçirecek ve onun ahlakî değerlerinden faydalanacak bir çalışmaya girmiyor, onun rehberlik edeceği ve ebedi saadet yurduna taşıyacağı bir yaşam geliştirmiyor. Oysa Kur’an hayata müdahale etmek için gelmiş, yaratılış safiyetinden uzaklaşan insanları fıtratına döndürmek için nazil olmuş.

Ayetleri ve sureleri anlaşılmayan ve üzerlerinde düşünülmeyen bir kitap insanlar için nasıl yol gösterici olabilir? Asırlardır Kur’an’ın anlaşılması için gecesini gündüzüne katarak çalışma yapan erdemli insanların gayretine rağmen Müslümanların Kur’an’ı anlamak, onunla yaşamak ve onun ahlakıyla ahlaklanmak diye bir derdi olmuyor. Acaba âyetin soru cümlesinde olduğu gibi Kur’an’ı anlamak konusunda Müslümanların kalplerine amellerinin karşılığı olarak kilit mi vurulmuştur? (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

25. Kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra, arkalarına dönenlere, şeytan işlerini kolaylaştırmış, onlara ümit vermiştir.
26. Böyle olmuştur, çünkü onlar Allah’ın indirdiklerinden hoşlanmayanlara “Bazı konularda sizin talimatınıza uyacağız” dediler. Oysa Allah onların gizlediklerini bilmekteydi.[*]

Şu sebeple ki bunlar, bu münafıklar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlar dediler: Kureyzaoğulları ve Nadiroğulları yahudileri Hz. Peygamber'e Kur'ân'ın indirilmesinden hoşlanmamışlardı. Kureyş müşrikleri de "Bu Kur'ân şu iki şehirden bir büyük adama indirilseydi ya." (Zuhruf, 43/31) demişlerdi. Münafıklar o yahudilere veya müşriklere gizlice söz vererek "Biz size bazı işlerde itaat edeceğiz." demişlerdi. Nitekim Haşr Sûresi'nde, "Münafıklık yapanları görmedin mi? Kitap ehlinden küfreden kardeşlerine 'Yemin ederiz ki eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız. Ve sizin aleyhinizde ebedî olarak kimseye itaat etmeyiz. Size savaş açılırsa mutlaka size yardım ederiz' diyorlar." (Haşr, 59/11) buyurulmuştur. Ahzab (Hendek) savaşındaki ittifakları da vardı. Halbuki Allah onların o gizli konuşmalarını biliyordu. Öyle iken onu hesaba almadılar da Allah'a ve peygamberine karşı gizli ittifaka kalkıştılar. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

27. Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alacakları zaman, bakalım nasıl olacak?![*]

Bu gerçekten dehşet saçan alçaltıcı bir tablodur. Onlar can çekişmektedirler... Ne güçleri kalmıştır ne de çareleri... Bu yeryüzündeki yaşantılarının sonundalar. Diğer hayatlarının, yüzlerine ve sırtlarına vurula vurula, başlayan hayatlarının başındalar. Ölüm anında darlık, sıkıntı ve korku dolu ölüm anındalar... Kendilerine doğru yol belli olduktan sonra geriye döndükleri sırtlarına vurula vurula başlayan bir hayattır bu. Aman Allah'ım! Bu ne kötü bir facia! .. (Seyyid Kutub Tefsiri)

28. Bunun sebebi, onların Allah’ı öfkelendiren şeylere uymaları ve O’nu memnun edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden (Allah) onların işlerini boşa çıkarmıştır.[*]

Bu akibeti isteyenler ve tercih edenler kendileridir. Yüce Allah'ı gazaplandıran münafıklığa, günaha yönelen, Allah'ın ve O'nun dininin ve Peygamberinin düşmanları ile komplo kuranlar ve onlara uyanlar bizzat kendileridir. Allah'ın hoşnutluğunu sevmeyen, onu elde etmek için amel etmeyenler aksine Allah'ı gazaplandıran ve kızdıran şeyleri yapanlar da kendileridir. Ve Allah ta müminlere karşı komplo ve tuzak kurarlarken, beğendikleri ve birbirlerine karşı övünme konusu edindikleri bir maharet ve üstün bir iş saydıkları "İşlerini boşa çıkarmıştır." Ve bir de ne görsünler bu amelleri büyümüş büyümüş, kabarmış, şişmiş, sonra da yok olup kaybolmuştur. (Seyyid Kutub Tefsiri)

BÖLÜM 4
29. Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, Allah’ın kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?
30. Farklı tercihte bulunsaydık onları sana elbette gösterirdik, sen de onları kesinlikle görünüşlerinden tanırdın. Ama onları, konuşmalarının üslûbundan kesin olarak tanırsın. Allah bütün amellerinizi bilir. .
31. Biz, içinizden cihad edenleri ve sabırlı davrananları bilinceye, iç yüzünüzü ortaya çıkarıncaya kadar sizi, kesinlikle yıpratıcı bir imtihana sokacağız.
32. Doğruları inkâr edenler, Allah’ın yolundan insanları çevirenler ve kendilerine doğru yolu belirleyen açık belgeler geldikten sonra, elçiden bağlarını koparanlar, (şunu iyi bilsinler ki) bu yaptıkları ile Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler ve bütün yaptıkları iyi şeyler de boşa gidecektir.
33. Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Elçi’ye de itaat edin! İşlerinizi boşa çıkarmayın![*]

Bu emir o zamanlar İslam toplumunda itaatın mükemmelini araştırmayan, ya da islamın koyduğu bazı yükümlülükleri zor kabul eden veya islamın karşısına dikilen ve O'nun her yönden gücünü deneyen güçlü ve çetin, çeşit çeşit zümrelerle cihad etmenin gerektirdiği fedakârlıkları katlanılmaz sayan bir zümre olduğunu gösterir. Bu islamla çarpışan zümreleri müslümanlara ortak yararlar ve akrabalık bağları bağlıyordu. Bu bağlardan İslam inancının gerektirdiği şekilde, tamamı ile vazgeçmek ve onları kesip atmak son derece zordu.

Bu emir samimi müslümanların ruhlarına derin ve şiddetli bir etki bırakmıştı. Bu emir nedeni ile kalpleri ürpermiş, bunun sonucunda amellerini boşa çıkaracak ve iyiliklerini yok edecek şeyler yapmaktan korkmuşlardı.

Nasr oğlu Mervezli İmam Ahmed, kitabının namaz bölümünde derki: Bize Ebu Kudame, Veki', Rey'li Ebu Cafer, Enes oğlu Rabi', Ebulahye kanalı ile haber verdi. Ve dedi ki: Resulullah'ın sahabeleri Allah'a şirk koşulduğunda hiçbir amelin yarar sağlamadığı gibi, bir insan "La ilahe illallah" derse ona hiçbir günah zarar vermez görüşünde idiler. Bunun üzerine "Allah'a ve Rasulüne itaat edin, işlerinizi boşa çıkarmayın." ayeti indi. Bunun üzerine günahlarının iyi amellerini geçersiz kılmasından korkmaya başladılar.

Mübarek oğlu Abdullah, Ma'ruf oğlu Bekr, Hayyan oğlu Mukatil, Nafi kanadından gelen bir habere göre Hz. Ömer'in oğlu şöyle der: "Bizler Resulullah'ın sahabeleri olarak, iyi amellerden ne yapılmışsa hepsi kabul olunur diye düşünüyorduk. Nihayet şu ayet indi: "Allah'a ve Resulüne itaat edin, işlerinizi boşa çıkarmayın." Bu ayet inince bizler, amellerimizi boşa çıkaran nedir ki? demeye başladık. Sonra herhalde bunlar büyük günahlar ve yüz kızartıcı sözler ve işlerdir diye yorum yapmaya başladık. Nihayet "Allah kendisine ortak koşma suçunu bağışlamaz. Bunun dışındaki suçları dilediğine bağışlar." (Nisa suresi, 116) ayeti indi. Bu ayet inince bu konuda konuşmaktan vazgeçtik. Büyük günah işleyenlerle yüz kızartıcı işler yapıp ve sözler söyleyenlerin akibetlerinden korkmaya ve o günahları işlemeyenlerin akibetlerinin iyi olacağını ummaya başladık.

Bu hadis ve haberlerden, Kur'an ayetlerini Peygamberden alan samimi müslümanların ruhsal durumları nasıldı? Ayetler karşısında nasıl ürperip titrerlerdi, nasıl sarsılır korkarlardı? Ayetlerin düşmanlık ve intikamına uğramaktan nasıl kaçınırlardı? Ayetlere uygun kimseler olmak için, kendilerini o ayetlere uydurmak için nasıl çabalarlardı? Bunlar bu hadis ve haberlerden açıkça görülmektedir. İşte Allah'ın kutsal sözlerini almadaki bu duyarlılıkla müslümanlar bu ayette kınanan kimseler olmaktan kurtulmuşlardı. (Seyyid Kutub Tefsiri)

34. Doğrusu inkâr edip, Allah yolundan alıkoyanları, sonra da inkârcı olarak ölenleri Allah bağışlamayacaktır.
35. ْÖyleyse gevşemeyin, barış / uzlaşma çağrısı yapmayın![*] Üstün olan sizsiniz! Allah sizinle beraberdir. O sizi, işlerinizde asla yalnız bırakmaz.

Savaş, düşmanın saldırısını engellemek için yapılır (Bakara 2/190) Saldıran tarafa barış teklifi yapılamaz. Ancak düşman taraf savaştan vazgeçer de barış teklifi yaparsa teklifleri kabul edilir (Enfal 8/61).(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

36. Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve takva sahibi olursanız, size ödülleriniz verilir. Ve sizden mallarınızı istemez.[*]

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

***

Dünya hayatı, eğer bu hayatın gerisinde daha şerefli ve daha kalıcı bir hedef olmazsa, yüce Allah'ın sisteminden uzak olarak hayat sürülürse ancak bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Bu öyle bir sistemdir ki, bu dünya hayatını ahiretin tarlası ve halifelik nimetini ebedi ahiret yurdunu elde etmenin aracı olarak kılar. İşte ayetin ikinci paragrafında işaret edilen nokta budur. "Eğer iman eder sakınırsanız Allah size mükafatınızı verir." Dünya hayatını bir oyun ve bir eğlence olmaktan çıkaran ve ona ciddiyet damgasını vuran, onu hayvansal seviyeden çıkarıp yücelerin yücesine bağlı olan doğru yoldaki halifelik seviyesine yükselten ancak ve ancak iman ve takvadır... İşte o gün, Allah'tan korkan müminin can-ı gönülden feda ettiği dünya hayatındaki şeyler boşa gitmez, yok olmaz. İşte ebedi ahiret yurdunda bol mükafat ancak bununla elde edilir. Tabi bununla birlikte yüce Allah, insanlardan tüm mallarını harcamalarını istemiyor. Getirdiği yükümlülüklerle ve farzlarla onları sıkıntıya sokmak istemiyor. Çünkü O ruhların ve nefislerin yaratılış ve fıtrat itibarı ile dünya malına düşkün olduklarını bilmektedir. Ve yüce Allah bir kimseye ancak yapabileceğini yükler. Dolayısı ile yüce Allah, kullarının mallarının tümünü harcamalarını isteyip de onları sıkıntıya sokup, kinlerini ortaya çıkarmayacak kadar onlara karşı merhametlidir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

37. Eğer onları sizden isteyip de sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz, O da kinlerinizi ortaya çıkarırdı.
38. İşte sizler Allah yolunda harcama yapmaya çağrılan kimselersiniz ama içinizden cimrilik edenler var. Kim cimrilik ederse cimriliği sadece kendine eder. Allah zengindir, siz fakirsiniz. Eğer yüz çevirirseniz o, yerinize başka bir topluluk getirir de onlar sizin gibi olmazlar[*]

Bu ayet, o günkü müslüman toplumun gerçek durumunu yansıtan ve her toplumda insanların mallarını Allah yolunda harcama çağrısı karşısındaki ruhsal durumlarını gösteren bir tablo çizmektedir. Ayet onların arasında cimrilik edecekler çıkabileceğini ifade etmektedir. Bunun anlamı hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak cimrilik etmeyenler de çıkabileceğidir. Ve bu durum gerçekten meydana gelmiştir. Bunun örneklerini doğrulayan birçok rivayetler kaydettiği gibi Kur'an-ı Kerim'de birçok yerlerinde belirtir. İslam dini bu alanda, hoşnutlukla can-ı gönülden verme ve fedakarlık etmenin ve verip harcayarak ferahlık duymanın olağanüstü sayılabilecek örneklerini gerçekleştirmiş ve insanlığa sunmuştur. Ancak şu kadar var ki, bu söylediklerimiz ortada mala karşı düşkün kimselerin olabileceğine engel değildir. Herhalde bazıları için canı ile cömertlik etmek, malı ile cömertlik etmekten çok daha kolaydı.

Kur'an-ı Kerim, bu ayette bu tür cimriliği ele almakta ve tedavi etmektedir: "Kim cimrilik ederse o ancak kendisine cimrilik eder."

İnsanların can-ı gönülden Allah yolunda harcadıkları ancak ve ancak kendileri için biriktirilmiş bir sermayedir, sermayeye muhtaç olacakları o gün, sahip oldukları herşeyden soyutlanmış olarak mahşere gelip toplanacakları gün o sermayeyi önlerinde hazır bulacaklardır. Eğer Allah yolunda harcamakta cimri davranırlarsa, ancak ve ancak kendilerine cimri davranmış olurlar. Ancak kendi sermayelerini azaltmış olurlar, mal harcamaktan kaçınırlarsa kendi nefisleri için harcamamış olurlar, kendilerini kendi elleri ile gelecekte mahrumiyete düşürmüş olurlar.

Evet... Şu halde yüce Allah onlardan mal harcamayı ancak kendileri adına hayır dilediği için, nasiplerini çoğaltmak için kendi nasiplerini saklamak ve biriktirmek için istemektedir. Harcayıp sarfettikleri şeylerden hiçbirisi yüce Allah'a erişmediği gibi kendisi onların harcadıkları şeylere muhtaç da değildir. "Allah zengindir sizler ise fakirlersiniz." Size mallarınızı veren O'dur. Harcadığınız şeyleri kendi katında sizlerin adına biriktiren O'dur. Dünyada size verdiklerine kendisi asla muhtaç değildir. Ahiret için biriktirdiğiniz sermayelerinize de muhtaç değildir. Her iki dünyada da ve her iki durumda da sizler O'na muhtaçsınız. Dünyada O'nun vereceği rızka muhtaç olan sizlersiniz. Sizler rızık namına hiçbir şeye güç yetiremezsiniz. Elde ettiğiniz ne varsa ancak O'nun sizlere bahşettiği şeylerdir. Ve ahirette O'nun vereceği karşılığa muhtaç olan da sizlersiniz. Size rızıkla ihsanda bulunan da O'dur. Sizler ise üzerinize gerekli olan hiçbir şeyi veremezsiniz O'na. Üstelik ahirette de sizlerin biriktirmiş olduğunuz bir sermayeniz de yoktur. Ancak sözkonusu olan O'nun sizlere ihsanıdır.

O halde bu cimrilik niye? Bu ihtiras niye? Ellerinizde ne varsa, harcadıklarınıza karşılık elde edeceğiniz ne varsa hepsi yüce Allah'ın katından gelmektedir ve O'nun ihsanıdır. Arkasından son hüküm gelmektedir. Bu da bu konuda bütün sözleri kesip atan bir hükümdür.

Yüce Allah'ın kendi davasını götürmeniz için sizleri seçmesi, sizlere verilmiş bir şeref, bir ihsan ve bir bağıştır. Eğer sizler bu ihsana layık olmaya çalışmaz iseniz, sizler bu makamın yükümlülüklerini yerine getirmez iseniz ve sizler kendinize verilen şeyin değerini kavramaz da bunun dışındaki herşeyi değersiz görmezseniz yüce Allah bahşetmiş olduğu şeyleri geri alır ve ihsanı bahşetmek için sizin dışınızda, bunun değerini bilecekleri seçer. '

"Eğer ondan yüz çevirirseniz yerinize sizden başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar."

Bu ayet, imanın tadını tadan, onun Allah katında şerefini ve şu kainattaki yerini hisseden kimse için ürpertici bir uyarıdır. Çünkü inanan insan bu büyük ve kutsal sırrı beraberinde taşır, yeryüzünde Allah'ın kalbine bahşetmiş olduğu güç ile benliğine vermiş olduğu nur ile yürür, Mevlasının işareti üzerinde olmak üzere, yeryüzünde dolaşır.

İnsanın gerek niteliğini taşıyan ve O'nunla bütünleşerek yaşayan bir insanın, bir süre sonra ondan mahrum edildiğini, bu sığınağın dışına atıldığını, kapandığını düşünelim. Bu insan bu yeni hayata dayanamaz, ondan zevk alamaz. Hatta yaşadığı yeni hayat önce Rabbine bağlı iken sonra önüne perdeler gerilen kimse için cehenneme döner.

Gerçekten iman büyük bir bağıştır. Buna şu kainatta hiçbir şey denk değildir. İman, terazinin bir kefesine, imanın dışında ne varsa kefenin öbürüne koyulup karşılaştırılınca, hayat değersiz mi değersiz, dünya malı önemsiz mi önemsizdir.

İşte bunun için bu uyarı bir müminin karşılaşabileceği en korkunç bir uyarıdır. Çünkü mümin bu uyarıyı yüce Allah'tan almaktadır. (Seyyid Kutub Tefsiri)