KAMER / AY SURESİ

İniş Sırası: 37 • Mushaf Sırası: 54 • Mekki Sure • 55 Ayettir

Ay tutulması aşamaları

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Vakit yaklaştı, her şey ay gibi ortaya çıktı[*].

Müfredat شق md. Allah Teala Nebîmize, önceki nebîlere verdiği gibi mucize vermemiştir. İlgili ayet şöyledir:

“Seni âyetlerle/mucizelerle göndermemizi engelleyen tek şey, öncekilerin onlar karşısında yalana sarılmalarıdır. Semûd’a, gerçeği gösteren belge olarak bir dişi deve vermiştik ama ona yanlış iş yapmışlardı. Biz mucizeleri sadece korkutmak için göndeririz. (İsra 17/59) Bu sebeple âyete “ay yarıldı” şeklinde anlam verip bunu Muhammed aleyhisselamın bir mucizesi saymak imkansızdır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

***

Ayetteki “inşikak-i kamer” ifadesi, meallerin çoğunda “ayın yarılması” olarak tercüme edilse de Arap edebiyatında bir işin gerçek yüzünün ortaya çıkmasına bir deyim olarak “inşikak-i kamer” denir. Yani ay gibi her şey bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Bu itibarla, surenin anlam akışı içinde bu söylemi, “ayın yarılması” olarak değil de kıyamet saatinin yaklaştığına işaret eden “gerçeklerin ortaya çıkması” olarak anlamak daha doğru olur. Zira peygamberimizin Kur an dışında bir mucizesinin olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu konudaki sözde hadislerin tümü asılsız hatta iftiradır. “Kendilerine okunan (bu) Kitab'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için rahmet ve ibret vardır.” (Ankebût 29/51) Bu ayet müşriklerin mucize talepleri sonrasında nazil olmuştur. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

***

"Son Saat yaklaşır ve Ay yarılır." Veya: “Gerçekler ortaya çıktı”. Ya da: “Ay tutuldu”. Kur’an’da Son Saat haberleri, kesinliği ifade için geçmiş zaman kipiyle gelir. Bu âyet de onlardan biridir. Kıyamet 8, bu manayı teyit eder. Buna göre olay kozmik kıyamete bir atıftır (İbn Âşûr). Bir ihtimal âyet, kozmik sistemin oluşumu sırasında ayın yeryüzünden kopuşuna da yorulabilir. İlk alternatif anlam olan “Gerçekler ortaya çıktı”, “Ay yarıldı”nın mecazi karşılığıdır. Araplar bir işin gerçek yüzü ortaya çıktığında “Ay yarıldı” mecazını kullanırlar (Mâverdi).İkinci altenatif anlam olan “Ay tutuldu”nun açılımı şudur: ‘Tutulma sonucu Ay, parçalanmış gibi göründü’. İbn Abbas der ki: “O günlerde Ay tutulması yaşandı; bunu gören müşrikler “Muhammed sihir yaptı” dediler. Bunun üzerine Kamer sûresi indi.” 2. nesilden Hasan el-Basri ve Ata da, bu âyeti “ay tutulması” ile tefsir etmişlerdir. Anlaşılan o ki, o dönemde bir ay tutulması yaşanmış, tutulma sonucu ay ikiye yarılmış gibi görünmüştür. Hatta müşrikler, aya yapılan sihri bozmak için, çocuklarına sokakta tencere tava çaldırmışlardır. İlk nesil müfessirlerinin Kur’an’la birebir mutabık olan bu makul açıklamalarının yerini, sonraki müfessirlerin spekülasyona dayalı mucize rivayetleri almıştır. Oysa Kur’an İsra 59 ve Ankebut 50-51’de, Hz. Rasûl’e Kur’an dışında ayet/mucize verilmediğini tartışmaya mahal bırakmayacak netlikte ifade etmiştir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

2. (Kafirlik edenler) Ne zaman bir ayet görseler yüz çevirir ve “Süregelen bir sihir daha!” derler.
3. Onlar yalana sarıldı ve arzularının peşine düştüler. Ama her iş bir yere kadardır.
4. Onlara bu tutumlarından vazgeçmelerini sağlayacak haberler geldi.[*]

Lafzen, “içinde bir sınırlama bulunan”: yani, görünür tabiatta Allah’ın yoktan var etmesinin ve yeniden yaratmasının birçok göstergesinin bulunduğu ve fiziksel ölümden sonra hayatın devam edeceği ve kişinin bu dünyadaki davranış ve tutumlarının öteki dünyada mutlaka belli sonuçlarının olacağı gerçeğinin Allah’tan vahiy alan peygamberler tarafından haber verilmesine işaret. (Muhammed Esed Tefsiri)

5. Bunlar son derece hikmetli haberlerdir, ama uyarılar işe yaramıyor.
6. Öyleyse sen de onlardan yüz çevir; o çağırıcının görülmemiş, tanınmamış bir şeye[*] çağıracağı gün,

“Görülmemiş bir şeye” yani bilinmedik; korkunç, benzerini görmediği için insanların tuhaf karşıladıkları şeye ki kıyamet gününün dehşetidir. (Zemahşeri Tefsiri)

7. etrafa yayılmış çekirgeler gibi bakışları perişan bir hâlde mezarlardan çıkacaklar.
8. İnkârcılar[*], kendilerini çağıran görevliye doğru koşarlarken (içlerinden): “Bu çok çetin bir gündür!” diyecekler.

Kafir sözlükte bir şeyi örtme anlamına gelir. Allah Kur'an'da çiftçi için kafir kelimesini kullanır. Hadid 20. ayette çiftçi için kafirin çoğulu olan kuffar kelimesi geçer; "kemeseli ğaysin a’cebelkuffare nebatuhu." Ayetteki ifade "bu hayat, bitirdiği bitkilerle çiftçileri hayran bırakan bereketli yağmura benzer" anlamına gelir. Çiftçiye kafir denmesinin sebebi toprağa tohum ekip üstünü toprakla örtmesinden dolayıdır. Allah'ın varlığını red edenlere kafir denmesi de imanlarının üstünü örtüp Allah yokmuş gibi, Allah'ı görmezden gelerek yaşamalarından ileri gelir. Allah'ın yarattığı düzende herkes Allah'ın varlığına ve birliğine şahit olur ve kabul eder. Fakat sonradan bunun üstünü örtüp görmezden gelebilir. Buna delil Al-i İmran 106. ayettir; Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: "Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” Hesap günü herkesin inandığını itiraf ettiği gündür. Bu anlamda bir müslüman Allah'ın bir emrini beğenmeyip, onun yerine kendi veya bir insanın görüşünü veya başka bir dinin hükmünü koyarsa, Allah'ın emrinin üstünü örtmüş, kafir olmuştur. Bunun örneği İblis'tir. Bakara 34. ayette şöyle anlatılır; "Meleklere “Âdem’e secde edin!” dediğimizde hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu." İblis kendisini haklı görerek Allah'ın emrini kendi düşüncesiyle örttüğü yani kendi düşüncesini tercih ettiği için kafir olmuştur. Allah'ı veya emirlerini örten; görmezden gelen veya beğenmeyen herkes kafir olur. (Onur)

9. Bunlardan önce Nuh’un toplumu da yalana sarılmış, kulumuzu yalanlamış ve “Bu, cinlerin etkisinde.“ demişlerdi; görevini yapması engellenmişti.
10. Bunun üzerine Rabbine: "Ben yenik düştüm, yardım et!" diye yalvardı.[*]

Lafzen: “yenildim”. Kul “Bittim ya Rab!” derse, Allah “Yettim kulum!” der. (Krş: 71:26-27.) Bu âyetlerin Allah Rasûlü’nün “bittim noktası” olan Taif seferine yakın bir zamanda indiği hatırlanmalıdır. İnsan ne ki? İnsan biter. Gerçekten Allah yolunda bitmek ve bittim demek kusur değil bilakis meziyettir, bir hak ediştir. “Ben bittim” diyecek kadar koşan ve bunu söylemeyi hak eden kaç fâni var şu dâr-ı dünyada? Onların hepsi de bittiklerinde “Dayan kulum, Ben de yettim!” diyen bir Allah’ı yanlarında bulmuşlardır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

11. Biz de bardaktan boşanırcasına akan bir su ile, gökyüzünün kapılarını açtık.
12. ve yeryüzünün pınarlar halinde fışkırmasını sağladık, göğün ve yerin suları takdir edilmiş bir işin olması için birleşti.[*]

Hz. Nûh karada gemi yaparken zalim kavim “Hani bunun denizi” der gibisinden dalga geçiyorlardı. Hem bir kişinin yaptığı gemiden ne olurdu ki? Üstelik karada yapılan bir gemi ne kadar yükü, nereye kadar taşıyabilirdi ki?! İnkarcı kavim Allah yokmuş gibi düşünüyordu. Bu âyetler zımnen, tüm zamanların Nûh’larına şöyle sesleniyordu: Günah okyanusunda sevap adası olmak karada gemi yapmaktır. Sen karada gemini yap! Deniz lazım olursa, suların Rabbi onu senin ayağına getirir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

13. Nûh`u da, tahtadan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.[*]

Geminin nitelikleriyle anılmasının, şöyle bir vurgusu olabilir: Nûh’u ve iman edenleri taşıyan, öyle olağanüstü gökten inmiş bir gemi değildi. Bildiğiniz türden ve sıradan malzemeyle yapılmış bir gemiydi. Dolayısıyla kerameti gemide değil, mü’minlerin istikametinde ve imanında arayınız! Nükte: Nûh’un gemisinde olun da ister kaptan olun ister tayfa, ister tahta olun ister çivi. Gemi nereye giderse tayfa da tahta da oraya gider, kaptan da çivi de oraya gider. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

14. İnkâr edilmiş olana (Nuh’a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
15. Andolsun ki, gemiyi bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?
16. Nitekim, uyarımın (dinlenilmemesi) halinde azabım nasıl olurmuş (görün)
17. Biz Kur’an’dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?[*]

Allah “öğüt almak için Kur’an’ı kolaylaştırdık” buyuruyor ve bu âyet aynı sûrede ehemmiyetine binaen dört defa tekrarlanıyor. Ama biz hâlâ Kur’an’ın anlaşılmaz bir kitap olduğunu iddia ediyoruz. Herkes Kur’an’ın bütün âyetlerini anlamayabilir ama dinin temelini oluşturan inanç ve ahlâk içerikli ayetleri çok rahat anlayabilir. Ayrıca Kur’an kendi kendini açıklayacağı için okundukça çok daha kolay anlaşılacaktır, yeter ki anlamak konusunda azimli olunsun. “… Bak, iyice anlasınlar diye, mesajları nasıl her yönüyle açıklıyoruz!” (En’am 6/65)

“Öğüt almak için” diyor ve arkasından bizi uyandırması ve ayağa kaldırması için soru cümlesi geliyor: “Hani var mı düşünüp öğüt alan?” Evet, Allah “Kur’an’ı öğüt almak için gönderdim” buyuruyor fakat biz; “bu, öğüt alınacak kadar kolay bir kitap değildir” diyor ve ondan uzaklaşıyoruz. Allah “Var mıdır düşünüp öğüt alan” diye soru soruyor ama biz öğüt almak yerine onun harfleri ve kelimeleri üzerinde talim ve tecvid çalışması yapıyoruz. Yani petekteki balı yemek yerine peteği tercih ediyoruz. Oysa peteğin vazifesi balı taşımaktır, esas olan baldır. Kur’an ayetlerinin metinleri vahyi insanlara aktarmak için aracıdır esas olan vahyin yani mesajın kendisidir. Biz, dünya ve ahiretimizi cennete dönüştürecek olan mesajı almak ve onunla terbiye olmak yerine maalesef onu taşıyan metinlerin lafız tekrarını yaparak sevap kazanmaya çalışıyoruz. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

18. Ad (kavmi) de yalanlamıştı: fakat uyarımın (dinlenilmemesi) halinde azabım nasıl olurmuş, (gördüler).
19. Kötülüğü sürüp giden kara günde üstlerine soğuk ve şiddetli bir rüzgar gönderdik;
20. İnsanları köklerinden koparılmış hurma kütükleri gibi savurup attı.
21. (Gördünüz mü) benim azabım ve uyarılarım nasıl olmuş!
22. Biz Kur’an’dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?
BÖLÜM 2
23. Semud da bütün uyarıları yalanladı.
24. Dediler ki: "İçimizden bir insanın peşinden mi gideceğiz?[*] Öyle yaparsak sapıtmış ve kendimizi ateşe atmış oluruz.

Tabiatın gizli güçlerinin sembolleri olarak niteledikleri totem ve putlarını meşrulaştırmak için “melek peygamber” talebine işaret eder... Ama bu talebin özünde insan soyundan umut kesme yatar. Bu, onların kendilerinden umut kestiklerini gösterir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

25. Vahiy, içimizden gele gele ona mı geliyor? Hayır, o, yalancı kendini beğenmiş birisi."
26. Yarın[*] bilirler kimmiş yalancı kendini beğenmiş.

Yani, yakında. Klasik Arapça’da ğaden (“yarın”) terimi, çoğunlukla göreceli bir yakın gelecek için kullanılır ki bu da “zamanla” veya “yakında” olduğu kadar (lafzî manada) “yarın” anlamlarını ifade eder. Bu nedenle -bütün otoriteler tarafından işaret edildiği gibi- sözkonusu terim, yukarıdaki bağlamda bu surenin birinci ayetinde “yaklaştığı”ndan söz edilen Son Saat ile ilgili olarak kullanılmış olabilir. (Muhammed Esed Tefsiri)

27.Biz onları sınavdan geçirmek için dişi deveyi göndereceğiz. Sabret de gör bakalım, ne yapacaklar?
28. Onlara suyun, o deve ile aralarında paylaştırıldığını bildir. İçme sırası gelen, suyun başında bulunsun.”
29. Bir arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağı çekip (deveyi) kesti.
30. Fakat, uyarımın (dinlenilmemesi) halinde azabımın nasıl olduğunu (hiç hesaba katmadı).
31. Biz de onların üzerine korkunç bir ses gönderdik, derken hepsi hayvan ağılında çiğnenmiş yere dökülen çalı çırpıya döndüler, yok olup gittiler.
32. Biz Kur’an’dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?
33. Lût kavmi de bütün uyarıları yalanladı.
34. Biz de üzerlerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Lût’un ailesi (inananları) hariç! Onları seher vakti kurtardık.
35. Bu bizden bir lütuftu. İşte biz, şükredenleri böyle mükafaatlandırırız.
36. Doğrusu (Lut) Bizim kıskıvrak yakalama gücümüze karşı onları uyarmıştı; fakat onlar bu uyarılara hep kuşkuyla yaklaştılar.
37. Andolsun ki onlar onun konuklarına tecavüze kalkıştılar. Biz de gözlerini silme kör ettik. "Şimdi tadın azabımı ve uyarılarımı."
38. Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.
39. "Uyarılarım göz ardı edildiğinde başınıza gelen azabı tadın bakalım!"
40. Biz Kur’an’dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?
BÖLÜM 3
41. Firavun hanedanına da uyarıcılar gelmişti.
42. Fakat bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de güçlü ve üstün iradeli birine yaraşacak bir sertlikle onların yakalarına yapıştık.
43. (Ey Mekkeliler!) Sizin kafirleriniz onlardan iyi mi? Yoksa zebûrlarda[*] / kitaplarda sizin lehinize bir beraat / aklanma kararı mı var!

[*] Zebûrlar diye meal verdiğimiz ez-Zübür =الزُّبر, zebûr’un çoğuludur, hikmet dolu kitaplar anlamındadır. (ez-Zeccâ, Meânî’l-Kur’ân ve İ’râbuhu) Ali- İmrân 3/81’de bütün nebîlere kitap ve hikmet verildiği açıklandığı için bu ayetteki zübür’ün, hikmet dolu kitaplar dışında bir anlamı olamaz Kelime, Nahl 16/43-44 Şuarâ 26/196, Fatır 35/25 ve Kamer 54/43’te aynı anlamı ifade etmektedir. Bu zebûrlardan biri de Davut aleyhisselama verilmiştir. (Nisa 4/163, İsra 17/55) Zebûr, Davut aleyhisselama verilen kitabın özel ismi olmadığı için ez- Zebûr şeklinde geçmemektedir. Kelime, ez-Zebûr şeklinde elif lâmlı olarak sadece Enbiyâ 21/105’te geçer ve Davut aleyhisselam da dahil bütün nebîlere verilen kitapları ifade eder. Ayrıca Enbiya 21/105’in dipnotuna bkz. Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

44. Yoksa onlar, “Biz yek vücut olmuş bir grubuz, [ve bundan dolayı] üstünlük bizim hakkımız!” mı diyorlar?[*]

Bu düşüncenin gerisindeki mantık şöyle özetlenebilir: “Bu sözde ilahî vahiyleri inkar eden bizler, çok geniş bir kitleyi oluşturuyoruz; ve görüşlerimiz bu kadar çok insan tarafından kabul edildiğine göre demek ki doğrudur ve bu nedenle sonunda üstün gelecektir”. Başka bir deyişle, “hakikat inkarcıları” olarak tanımlanan halk, güçlerini yalnızca “çoğunluğun görüşü”nü temsil etmelerine bağlamaktadırlar -tamamen materyalist bir dünya görüşüne dayanan bir kuruntu. (Muhammed Esed Tefsiri)

45. [Ama hakikati inkar edenlerin] ordusu bozguna uğrayacak, arkalarını dönecek [ve kaçacak]lar![*]

Hz. Peygamber’in, bu ayeti Bedir Savaşı’nın hemen öncesinde tebliğ ettiği gerçeği (bkz. 8:10, not 10), birçok müfessiri, bu ayetin Müslümanların gelecekte müşrik Kureyşlilere karşı zafer kazanacaklarını haber veren bir öngörü olarak vahyedildiğini kabul etmeye yöneltmiştir. Bu yorum mümkündür ama, yine de yukarıdaki pasajın, önceki notta açıklanan daha geniş, zamanlar üstü bir anlama sahip olduğuna inanıyorum. Bu görüş, günahkar toplumun bir bütün olarak bu dünyada uğrayacağı manevî/ahlakî ve toplumsal yıkım dışında bilinçli günahkarlığının öteki dünyadaki sonuçlarından da söz eden müteakip ayetlerce de desteklenmektedir. (Muhammed Esed Tefsiri)

46. Evet! Son Saat, onların kaderleriyle gerçekten buluşacakları andır; ve o Son Saat en korkunç ve en acı [an] olacaktır:
47. çünkü, günaha batmış olanlar [o zaman, görecekler ki] sapıklıkta ve ahmaklıkta kaybolup gitmişler!
48. Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denecek.[*]

Kısa vâdeli hazları hayatın eksenine yerleştirenlere kinayeli bir hatırlatma. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

49. Biz, her şeyi bir ölçüye[*] göre yarattık.

Ayette geçen “kader” sözcüğü “ölçü ve denge” anlamındadır. Yani “evrendeki herşey Allah’ın koyduğu mükemmel ve kusursuz yasalara göre ölçülü ve dengeli bir şekilde varlığını devam ettirmektedir.” (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

50. Bizim [bir şeyi] takdir etmemiz ve [onun meydana gelmesi] göz kırpması gibi bir anlık bir [fiil]dir. [*]

Yani, Allah’ın bir şeyi yaratmak “istemesi” ile onu “yaratması” arasında bir zaman farkı ve bir kavramsal farklılık yoktur, çünkü “O, bir şeyin olmasını istediği zaman ona sadece “Ol!” der -ve o (şey hemen) oluverir” (2:117, 3:47, 16:40, 19:35, 36:82 ve 40:68). “Göz kırpma” ile karşılaştırma, elbette ki yalnızca deyimseldir, yani insanın bazı şeyleri anında kavramasını ifade etmektedir. Bu bağlamda -ayetin devamından görüleceği gibi- Allah’ın dilediği zaman günahkar bir toplumu yok edebilmesindeki sürate işaret etmektedir. (Muhammed Esed Tefsiri)

51. Nitekim, (geçmişte) sizin gibi toplumları yok ettik. Öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?
52. [Onlar gerçekten suçluydular,] çünkü yaptıkları bütün [kötülükler], [ilahî] hikmetin [kadîm] belgelerinde [kendilerine gösterilmiştir];[*]

Yani, eskiden vahyedilmiş metinler (zubur) iyi ile kötünün anlamını onlara açıkça gösterdi, ama onlar bu öğretiyi isteyerek gözardı ettiler veya bilerek reddettiler. Yukarıdaki ayet, birinci olarak, bütün vahyedilmiş dinlerdeki temel ahlakî öğretilerin aynı olduğunu, ikinci olarak da Allah’ın “bir toplumu, [doğru ile eğrinin anlamı konusunda] bilgisiz/habersiz olduğu sürece, yaptığı yanlışlıklardan dolayı yok etmeyeceğini” gösterir (Muhammed Esed Tefsiri)

53. ve [insanın yaptığı] her şey, ister küçük isterse büyük olsun, [Allah’ın nezdinde] kaydedilmektedir.
54. [Bu nedenle,] Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar[*], kendilerini bir bahçeler ve akarsular [cennetin]de bulacaklar,

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

55. Doğru olanların makamında, iktidar sahibi hükümdarın / Allah’ın huzurunda bulunacaklardır.[*]

Allah’ım! Bizi o mutlu sondan mahrum eyleme! (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)