İNFİTAR / ÇATLAMA SURESİ

İniş Sırası: 82 • Mushaf Sırası: 82 • Mekki Sure • 19 Ayettir

Gök çatlayıp yarıldığı zaman, Yıldızlar dökülüp saçıldığı zaman, Denizler fışkırtıldığı zaman, Kabirlerin içi dışına çıkarıldığı zaman, her insan, [sonunda,] ilerisi için ne hazırladığını ve [bu dünyada] ne bıraktığını anlayacaktır. (İnfitar 1-5)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Gök, çatlayıp yarıldığı,[*]

İNFİTAR, yarılmak demek ise de, yarılmanın başlangıcı olması daha çok yaraşır. "O gün gök, bulutlar ile yarılacak ve melekler ard arda indirilecek"(Furkan, 25/25); "Gök yarılıp da kızaran, yanan ve yağ gibi eriyen bir gül gibi olduğu zaman" (Rahmân, 55/37); "O gün gök yarılmış, sarkmıştır." (Hâkka, 69/16); "O günün şiddetinden gök çatlamıştır." (Müzzemmil, 73/18), "Gök açılmıştır da kapı kapı olmuştur." (Nebe', 78/19) âyetlerinin ifade ettiği gibi meleklerin inmesi için yarılmaya başlamasıdır ki göğün terkibi, gökte bulunan cisimlerin düzeni bozularak âlemin harap olmaya yüz tuttuğu zamandır.

Önceki sûrenin (Tekvir suresinin) başındaki kıyamet kopacağı sırada olacak on iki alâmet gibi burada da dört alâmet zikrediliyor. Bunlardan ikisi yukarıda, ikisi de aşağıda olan şeylere ait bulunuyor. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

2. Yıldızlar dökülüp saçıldığı,[*]

İNTİSER, dizili bir şeyin bağı koparak dökülüp dağılmasıdır. Yıldızların dökülmesi de genel çekim dengesinin bozulmasıyla meydana gelecek düşüş ve yok oluşlarıdır ki ipliği kopmuş inci dizilerinin dökülüp saçılmalarına benzetilerek yok oluşlarını ifade eden bir istiare-i musarraha veya mekniyye olduğunu söylemişlerdir. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

3. Denizler taşırıldığı,[*]

Denizlerin patlaması, onların dolmaları, nehirlerin yataklarına doğru akın etmeleri ve karaların tümünü kaplamaları anlamına gelebilir. Suyun hidrojen ve oksijene ayrılması şeklinde de olabilir. Bu durumda denizin suları iki gaza dönüşür. Birleşmelerinden ve denizleri oluşturmadan önceki hallerine dönerler. Aynı şekilde bu iki gazın atomlarının parçalanması şeklinde de gerçekleşebilir. Tıpkı bugünkü atom ve hidrojen bombalarında atomların parçalandığı gibi. Bu durumda patlama müthiş büyüklükte ve dehşet verici bir şekilde gerçekleşmiş olur. Bu patlamanın yanında insanları korkutan bugünkü bombalar, onun yanında basit çocuk oyuncağı gibi kalır. Veya insanların şu ana kadar görmediği, bilmediği başka bir şekilde gerçekleşebilir. Bu gerçekten hiçbir durumda insanın duygu sisteminin Alışmadığı büyük kaygılara yol açmaktadır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

4. ve kabirler alt üst olduğunda, [*]

BA'SERE, bahsere gibi toprağı deşip dağıtarak altını üstüne, içini dışına çevirmektir. Ki bu işin zorunlu neticesi olan "çıkarmak" mânâsında da kullanılır. Bu durumda Âdiyât Sûresi'nde geleceği gibi öldükten sonra diriltme ve çıkarmadan mecaz da olur.

Zemahşerî ve diğer bazıları şöyle demiştir: "Bu kelime aslında iki ayrı kelimeden meydana gelmiş olup "ba's" ve "isare"den kısaltılmıştır. "Bu'siret ve usire"nin hafifletilmiş yani kısaltılmış şeklidir. Bu, yontma yahut traşlama tabir olunur. Bunun Arapça'da Besmele, demek; salvele demek; hamdele, demek; havkale, demek ve dem'aze "Allah onun izzet ve şerefini devam ettirsin." demek olduğu gibi birçok benzeri vardır." Nitekim son zamanlarda Türkçe'de de örnekleri çoğalmaya başlamıştır.

Buna göre "bu'siret", öldükten sonra dirilme vuku bulup kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı vakit demek olur ki "Yer dehşetli sarsıntı ile sarsıldığı ve yer ağırlıklarını çıkardığı vakit.." (Zilzâl, 99/1-2) Sûresi'nin mânâsı demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

5. her insan, [sonunda,] ilerisi için ne hazırladığını ve [bu dünyada] ne bıraktığını[*] anlayacaktır.

Yani, yaptıklarını ve yapmayı ihmal ettiklerini. Alternatif bir çeviri şöyle olabilirdi: “öne koyduklarını ve geriye bıraktıklarını”, yani daha fazla değer atfettiklerini ve sübjektif değerlendirişlerine göre daha önemsiz gördüklerini. Böylece, yeniden dirilme anında insan, bu dünyadaki hayatında yapmış olduğu -veya bilinçli olarak yapmaktan kaçındığı- her şeyin gerçek sebepleri ile manevî/ahlakî sonuçlarını açık şekilde anlayacaktır: ve bu, onun yaptığı bütün güzel fiilleri ve kaçındığı günahları olduğu kadar işlediği bütün günahları ve yapmaktan kaçındığı iyilikleri de kapsar. (Muhammed Esed Tefsiri)

6. Ey insan, seni engin kerem sahibi Rabbine, karşı aldatan nedir?[*]

"Ey insan seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir? O, seni yaratan belini doğrultan seni dengeli kılan, dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine." "Ey insan" diye başlayan bu hitap insanın bünyesindeki en değerli özelliğine seslenmektedir. Bu onu diğer canlılardan ayıran, en yüce makama çıkaran Allah'ın ikramına ve bol keremine vesile olan "insanlığıdır."

Onun hemen ardında şu tatlı güzel sitem yer Alıyor: "Seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir?" Ey Rabbinin kendisine ikramda bulunduğu, koruduğu ve eğittiği insan. Ey insan; seni Rabbine karşı aldatıp O'nun hakkında kusur yapmana, emrini hafife almana ve O'na karşı edebsizlik yapmana yol açan nedir? Halbuki Rabbin engin kerem sahibidir. ikramın, bağışın ve iyiliğin kapılarını ardına kadar açmıştır. İşte onun bu bol ihsanından biri de seni diğer yaratıklardan ayıran insanlığını sana lütfetmesidir. Ona karşı neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kavramamızı, düşünüp anlamamızı ve iyiyle kötüyü birbirinden ayırmamızı sağlayan bu insanlık özelliğidir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

7. O seni yarattı, sana şekil verdi ve dengeli bir yapıya kavuşturdu.[*]

Şüphesiz insan, yapısı gerçekten güzel ve düzgün, özü itibariyle dengeli bir yaratıktır. İnsanın bünyesindeki yaratmanın Hayret verici güzellikleri onun anlama kapasitesinin çok üstündedir. İnsanın etrafında gördüğü her şeyden daha Hayret vericidir.

Bu güzellik, düzgünlük ve denge insanın hem bedensel yapısında, hem akli yapısında hem de ruhsal yapısında gözlenebilmektedir. Ve bütün bunlar insanın bünyesinde şahane bir güzellik ve düzgünlük içinde dizilmiştir, uyum içine girmiştir.

İnsanın organik yapısının mükemmelliğini, inceliğini ve sağlamlığını ortaya koymak amacı ile yazılmış çaplı kitaplar vardır. Bu yaratığın bünyesindeki Hayret verici güzellikleri burada geniş biçimde verme imkanımız yoktur. Biz burada yalnız bazılarına değinmekle yetineceğiz.

İnsanın bedensel yapısını meydana getiren en genel sistemlerin her biri Hayret verici güzelliktedir. İnsanların karşılarında durup dehşete kapıldığı insan yapısı ile sanat ve sanayi güzelliklerinin bütün Hayret verici ürünleri asla karşılaştırılamaz. Bunlar: İskelet sistemi, kas sistemi, cild sistemi, sindirim sistemi, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi, üreme sistemi, bezler sistemi, sinir sistemi, boşaltım sistemi, tad alma sistemi, koklama, işitme ve görme sistemleridir. İnsanlar insan yapısı sanatlara yönelmekte fakat incelikleri, derinlikleri ve büyüklükleri her türlü takdirin üstünde olan bu sistemleri unutmaktadırlar! "İngilizce yayınlanan Bilimler Dergisinde deniyor ki: İnsan eli eşsiz, Hayret verici doğal güzelliklerin başında yer almaktadır. Sadeliği, gücü ve hızlı uyum sağlaması yönünden insan elinin işlevini görecek bir makinayı yapmak gerçekten çok zordur, hatta imkansızdır. Mesela bir kitap okumak istediğinde onu elinle rahatlıkla alıyorsun. Sonra onu okumaya en uygun biçimde indiriyorsun. İşte onu doğru biçimde ve otomatikman yerleştiren bu eldir. Kitabın bir sayfasını çevirmek istediğinde parmaklarını yaprağın altına koyuyor ve üzerine basıyor. Hem de kağıdı çevirerek derecenin ne altında ne de üstünde bir biçimde. Sonra yaprağın çevrilmesiyle baskıya son veriyor. Kalemi tutan ve onunla yazı yazanda eldir. İnsanın günlük hayatında kaşıktan bıçağa ve daktiloya varıncaya kadar tüm adet ve edevatı kullanan. Pencereleri açıp kapatan ve insanın her istediğini kaldırıp taşıyan da eldir. her iki el yirmi yedi kemikten ve on yedi kas sisteminden oluşmaktadır."

"İnsan kulağının (orta kulak) küçük bir kesimi yaklaşık dört bin kadar ince ve karmaşık kıvrımdan meydana gelen, şekil ve hacim bakımından Hayret verici bir düzene sahip bir kompleksten oluşmaktadır. Bu kıvrımların bir musiki aletini andırdığını söylemek mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki bunlar gök gürültüsünden, ağaç hışırtısına kadar meydana gelen her sesi ve gürültüyü herhangi bir şekilde Alıp beyine aktaracak biçimde hazırlanmıştır. Ayrıca orkestradan veya kendi düzenli bütünlüğü içinde her müzik aletinin çıkardığı tüm sesleri birbirinden şahane biçimde ayarlayacak yapıdadır."

"Gözdeki görme duyusunun merkezi, ışığı karşılayan yüz otuz milyon sinir uçlarından meydana gelmiştir. Kirpiklerle beraber göz kapakları onu, gece gündüz korumaktadır. Göz kapağının hareketi refleks halindedir ve gözü topraktan,mikroplardan ve yabancı maddelerden korumaktadır. Kirpikler meydana getirdikleri gölge ile güneş ışınlarının keskinliğini kırmaktadırlar. Göz kapaklarının hareketi, bu korumanın yanında gözün kurumasını da engellemektedir. Gözü kuşatan ve gözyaşı adı verilen salgıya gelince bu göz için en güçlü en etkili temizleyicidir."

"İnsandaki tat alma cihazı dildir. Dilin bu eylemi içinde epitelyum hücreleri bulunan tat alma, hücrelerinin dilin üzerinde oluşturduğu kaygan dokularla gerçekleşir. Bu dokuların değişik şekilleri vardır. Bunların bir kısmı ipliksi, bir kısmı mantarsı, bir kısmı ise mercimeksidir. Bu dokular, tad alma sinirlerini ve dilin damarlarını beslemektedir. Yeme esnasında tat alma sinirleri etkilenmektedir ve bu etkiyi beyne iletmektedir. Bu cihaz ağzın girişindedir. Böylece insanın zararlı olduğunu hissettiği bir şeyi hemen dışarı atması mümkün olmaktadır. İnsan bu cihazla acı ve tatlıyı, soğuk ve sıcağı, tuzlu ve tuzsuzu, zehirli ve benzeri şeyleri hissetmektedir. Dil, küçük, ince tad alma hücrelerinden dokuz binini ihtiva etmektedir ve bu hücrelerin her biri birkaç sinirle beyine bağlıdır. Buna göre sinirlerin sayısı kaçtır, hacimleri nedir, tek olarak nasıl çalışırlar, beyinde duyuyu nasıl toplayıp oluştururlar, bilmiyoruz."

Vücudun her tarafını bütünüyle kuşatan sinir sistemi, vücudun her tarafından geçen ince ve kendisinden daha çok başkalarına bağlı olan ince, küçük duyarlılık hücrelerinden oluşmaktadır. Bunlarda, merkezi sinir sistemine bağlıdırlar. Vücudun herhangi bir tarafı etkilendiğinde isterse bu etkilenme insanı kuşatan havanın sıcaklığında ufak bir değişme olsun bu durumda sinir hücreleri bu duyguyu vücuda yayılmış olan merkezlere iletirler. Bunlar da duyuyu beyne iletirler. Böylece beynin gerekli tepkiyi göstermesi sağlanır. Sinirlerdeki işaretlerin ve uyarıların hızı saniyede yüz metreye ulaşır."

"Sinir sistemine baktığımızda onun bir kimya labaratuarındaki bir işlemi andırdığını görürüz. Yediğimiz yemeklere baktığımızda onların Hayret verici maddelere dönüştüğünü fark eder ve orada meydana gelen işlemin gerçekten Hayret verici olduğunu kesin anlarız. Çünkü burada midenin kendisi dışında hemen hemen her şey yenir.

Önce bu kimya lâboratuarına bir kaç çeşit basit yiyecek maddelerini koyalım ve bu konuda lâboratuarın kendisine ait düzenini hiç göz önünde bulundurmayalım. Sindirme kimyasının onları nasıl ayrıştırdığını düşünmeyelim. Biz birkaç et parçası, fasulye buğday ve kızartılmış balık yiyoruz. Sonra da bir miktar su içiyoruz.

Mide bu karışımın arasındaki yararlı maddeleri seçip almaktadır. Yemeğin her çeşidini ezmekte ve onları kimyasal bölümlerine ayırmaktadır. Geri kalanını yeni proteinlere dönüştürmektedir. Bunlar değişik hücrelerde gıdalar haline gelmektedir. Sindirim sistemi bu sırada kalsiyum, kükürt, iyot, demir ve diğer bütün zaruri maddeleri seçmektedir. Ve bu sırada öz maddelerin zayi olmamasına özen göstermekte, hormonların üretilmesine imkan sağlamakta ve hayat için gerekli olan tüm ihtiyaçların düzenli ölçüler içinde ve her zaruri ihtiyacın hazır hale gelmesine dikkat etmektedir. Açlık gibi herhangi bir geçici durumu karşılamak amacı ile yağ ve diğer ihtiyati maddeleri depo etmektedir. Bütün bunları insan düşüncesinden ve onun yorumundan habersiz yapar. Biz sayılamayacak derecede çok olan bu maddeleri bu kimyasal lâboratuara döküyoruz ve yaklaşıl; olarak bütünü ile yaptığımız işlerden sarfınazar ediyor gerisine karışmıyoruz. Böylece hayatımızın devamı için gereken otomatik bir işlem saydığımız bu faaliyete sırtımızı dayamış oluyoruz. Bu yiyecekler sindirilip ve yeniden hazırlanıp sürekli olarak milyonlarca hücreye dağıtılır. Bu hücrelerin sayısı yeryüzündeki bütün insanların sayısından fazladır. Her hücreye ulaştırılması gereken bu kesin maddelerin sürekli ve tek tek her hücreye ulaştırılması gerekmektedir. Ve bu belli düzenin ihtiyaç duyduğu maddelerin dışında başka şeylerin ona götürülmemesi gerekir. Bu kesin maddelerinde kemik, tırnak, et, saç, göz ve diş yapacak olan her hücreye kendisine has besinlerin ulaştırılması gerekir.

Demek ki burada insan zekasının icat ettiği en mükemmel labaratuvarda daha çok maddelerin elde edildiği bir kimya lâboratuarı bulunmaktadır. Yine burada şu ana kadar dünyanın tanıdığı nakil ve dağıtım düzenlerinin çok ilerisinde bir dağıtım düzeni vardır. Burada her şey son derece düzenli bir şekilde gerçekleşmektedir."

İnsanın diğer bütün cihazları hakkında da çok şey söylenebilir. Fakat bu cihazlar açık seçik olmalarına rağmen herhangi bir şekilde hayvanların da sahip olduğu cihazlardır. İnsanın kendisine has özellikleri ise eşsiz olan akli ve ruhi özellikleridir. İşte bu surede özellikle üzerinde durulan konu budur. Şöyle ki "Ey insan" çağrısından sonra, "O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli kılan" demektedir.

İşte bu mahiyetini bilmediğimiz, kavramadığımız özel akli kavrayış. Çünkü akıl anladığımız şeyleri anlamamızı sağlayan araçtır. Fakat akıl kendisini kavrayamaz. Nasıl kavradığını da idrak edemez.

Bütün bu algılanan imajların ince ve dakik bir şekilde dizilmiş olan sinir sistemi yolu ile beyne ulaştığını varsayıyoruz. Fakat bunlar nereye saklanmaktadır? Eğer bu beyin doğru bir bant şeridine benzetilse insan ortalama ömrü olan altmış senede onca tabloları, kelimeleri, olguları, duyguları yığınlarca malumatı kaydetmek için milyarlarca metre şeride ihtiyaç duyacaktı. Ancak bu durumda onları bir süre sonra hatırlayabilirdi. Nitekim insan bu olayları onlarca sene sonra, niye yıllar geçtikten sonra rahatlıkla hatırlayabilmektedir! Sonra akıl tek tek kelimelerden, tek tek olgulardan, tek tek olaylardan ve tek tek tablolardan bütün bir kültürü oluşturmak için nasıl onları bir bütünlük içine sokuyor. Sonra onları malumat yığınından sistemli bilgiye nasıl dönüştürüyor. Anlaşılabilecek şeylerden anlayışa, deneyimlerden kesin bilgiye nasıl ulaşıyor?

Bu, insanın en belirgin özelliklerinden biridir. Fakat bununla beraber bu özellik insanın en büyük özelliği değildir. En üstün ayırıcı vasfı olmadığı gibi. İnsanda Allah'ın ruhundan gelen, Hayret verici bir ateş parçası da vardır. Bu insanın kendine has olan ruhudur. Bu ruh insanı varlığın güzelliğine ve varlığı yaratanın güzelliğine götürür. Ve ona hiçbir sınırı olmayan mutlak varlık ile temasa geçişinden kaynaklanan güzel ve mutlu anlar bağışlar. Tabi ki bu, evrendeki güzelliğin kaynakları ile temasa geçtikten sonra gerçekleşebilir.

Bu, insanın mahiyetini anlayamadığı ruhtur. İnsan kavrayabileceği somut gerçekleri daha yeterince kavrayamadığı halde bunu nasıl kavrayabilir, nasıl tanıyabilir? İnsan bu ruh sayesinde yeryüzünde yaşadığı halde sevincin ve üstün saadetin kaynağına erişebilir. Bu ruh onu yüceler alemi ile temasa geçirir. Onu cennetlerdeki sonsuz hayata kendisi için belirlenen güzel hayata hazırlar. Bu mutlu dünyada ilahi güzelliğe bakmaya hazırlar.

İşte, bu ruh... Yüce Allah'ın insana en büyük hediyesidir, bağışıdır. İnsanı insan yapan da budur. Allah'ın adı ile kendisine hitab ettiği de budur. "Ey insan". Utandırıcı şekilde kendisini kınaması da bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. "Engin kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatan nedir?" İşte bu yüce Allah'tan insana doğrudan yöneltilmiş bir sitemdir. Çünkü yüce Allah ona seslenmekte, o ise kendisinin önünde günahkar, kusurlu ve gururlu bir şekilde durmaktadır. Allah'ın yüceliğini takdir etmemekte ve O'nun huzurunda edebini takınmamaktadır. Sonra Allah ona büyük,nimetini hatırlatmakta sonra da bu konudaki eksiklerini, edebsizliğini ve gururunu dile getirmektedir.

Bu gerçekten karşısında ezilinmesi gereken bir sitemdir. İnsan kendi gerçeğini, gerçek bilgi kaynağını ve Rabbinin huzurundaki gerçek konumunu düşündüğünde bu sitemin dehşetini kavrayacaktır. Rabbi ona bu şekilde seslenmekte ardından ona bu şekilde serzenişte bulunmaktadır:

"Ey insan! Seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir? O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli kılan, dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine: ' (Seyyid Kutub Tefsiri)

8. Seni belirlediği yapıda[1*] oluşturan da O’dur[2*].

[1*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir(Müfredât). Allah’ın bir şeyi var etmesi, gerekeni yapması ile olur.

[2*] Allah’ın bâri’ sıfatı vardır; her yarattığını farklı yaratır. Bu sebeple her insanın yapısı diğerlerinden farklıdır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

9. Hayır, yanlış yapıyorsunuz! Siz tutup dini, dirilip hesap vermeyi yalan sayıyorsunuz.
10. Şurası kesin ki üzerinizde sizi çevrenizde (sizinle ilgili bilgileri) özenle saklayanlar
11. değerli[*] yazıcılar vardır.

Yazıcı meleklere övgüyle tazimde bulunulmasıyla hesabın da önemi anlatılmış olmakta; Allah katında hesabın, en muazzam işlerden sayıldığı belirtilmektedir. Böyle olmasaydı, Allah hesaba çekilecek, karşılığı verilecek hususları kayda alsınlar diye o değerli, koruyucu, yazıcı meleklerini görevlendirmezdi. Bunda günahkârlar için bir uyarı, korkutma ve utandırma; müminler içinse bir lutuf vardır. Rivayete göre Fudayl (b. Iyâz) bu âyeti okuduğu vakit, “Gafillere ne çetin bir âyettir bu böyle!” dermiş. (Zemahşeri Tefsiri)

12. Yaptığınız her şeyi bilirler. [*]

Melekler; onların sadece yaptıklarını ve söylediklerini bilirler. İçlerinden geçeni bilmezler. Çünkü gaybı onlar da bilmezler. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Her ne söz söylese yanında hazır bir gözcü mutlaka olur” (Kaf 50/18) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

13. İyiler, elbette nimetler içinde olacaktır.
14. Taşkınlık edenler ise alevli ateşte olacaklar,
15. Hesap Günü(nün ardından) orayı boylayacaklar;
16. ondan kurtulmaları asla mümkün olmayacak.
17. O din gününün, o hesap gününün ne olduğunu sen bilir misin?
18. Evet, bir daha söylüyorum: Din gününün[*] ne olduğunu sen bilir misin?

Din, “âdet, durum; yapılan işe karşılık vermek ve verilen karşılık, itaat /boyun eğme” anlamlarına gelir (es-Sıhâh). Din, Kuran’da insanın kabul edip ona göre yaşamaya söz verdiği sistem anlamına da gelir (Âl-i İmran 3/19, Kafirun 109/6). Eğer bu din Allah’ın dini ise boyun eğilen yalnızca Allah’tır ve karşılığı ondan beklenir. “Din günü” de dünyada yapılanların karşılığının alınacağı Ahiret günüdür(Nûr 24/25, Saffat 37/19-20, Zâriyât 51/6 12-13, Vakıa 56/56, Mearic 70/26, Müddessir 74/46, İnfitar 82/9, 15-19). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

19. O gün, kimsenin kimse için bir şey yapamayacağı gündür. O gün bütün yetki Allah’ındır.[*]

İnsanların bilgisizliğini ortaya koymak için soru sormak, Kur'an'ın ifade üslubunda kullandığı bilinen bir yöntemdir. Bu soru ile insanın gönlüne ve hissine, işin insanın anlama kapasitesinin ve sınırlarının çok ötesinde bir büyüklüğe ve korkunçluğa sahip olduğu yerleştirilmektedir. Yani o tüm düşüncelerin tüm beklentilerin ve Alışılagelen her şeyin çok üstünde çok ötesindedir.

Sorunun tekrar edilmesi ise bu korkuyu daha da artırmaktadır.

Sonra bu tasvirle uyum sağlayan açıklama gelmektedir. "O gün kimsenin kimseye faydası olmaz." Bu tam bir acizlik, tam bir yıkılmışlıktır. Bu gerçekten kuşatma altına alınma ve ezilip büzülmedir. Kendi acısı ve yükü ile uğraşan insanların tanıdıkları herkesten ayrılmalarıdır. El etek çekmeleridir. "O gün yetki sadece Allah'ındır." Yalnız yüce Allah'ın elinde. Aslında hem dünyada hem de ahirette hüküm ve yetki sahibi zaten Allah'tır. Fakat bu günde yani kıyamet gününde bu gerçek gafil ve gururlu insanların bu dünyada kendisinden habersiz kalabildikleri bu gerçekle kesinlikle yüzyüze gelecekler. Hiçbir gizli taraf kalmayacak, aldatılmış ve saptırılmış hiç kimsenin gözünden kaçmayacaktır.

Surenin girişindeki dalgalı, coşkun, hareketli korku atmosferi ile surenin sonundaki bu sessiz, durgun, heybetli korku birbirini bütünlemektedir. His bu iki korku arasında sıkışıp kalmaktadır. Her ikisi de korkutucu, titretici ve insanın aklını başından alacak niteliktedir. Bu ikisinin arasında ise insanı mahcup düşüren, eriten yüce sitem yer almaktadır! (Seyyid Kutub Tefsiri)