Resimde Mescidi Nebevi'nin ilk hali gösteriliyor. Peygamber aleyhisselam krokideki yerleşkede yaşamış. Dikdörtgen alan mescid. Müslümanlar namaz vakitlerinde veya vahiy konusunda konuşmak için orada toplanıyordu. Dışarıdaki odalar peygamberimizin eşlerine ait odalar. Mescidin içinde de bu odalardan var. Hz Ömer bu odaları görünce şöyle dermiş; "Halk şu odalara baksa da Peygamberlerinin ne kadar sade ve mütevazı bir hayat sürdüğünü anlasa!"
Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla
1.
Ey inanıp güvenenler! Allah'ın, onun resulünün[*] önüne geçmeyin. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Şüphesiz Allah Semî'dir; dinler ve Alîm'dir; bilir.
[1*] Resul (رسول), “gönderilen”demektir. Bir bilgiyi iletmek için gönderilen elçiye resul dendiği gibi onunla gönderilen bilgiye de resul denir (Müfredat). Kur’an’daki resul kelimeleri ya elçi ya da Allah’ın Kitabı anlamındadır. Elçi ölümlü, Kitap kalıcıdır. Uhud savaşında Nebîmiz’in öldüğüne dair haberlerin yayılması üzerine Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Muhammed sadece elçidir. Ondan önce de elçiler geldi. O ölse veya öldürülse, gerisin geri mi döneceksiniz?” (Al-i İmran 3/144) Aramızda sürekli kalacak olan resul, Kur’an olduğu için bu âyette kelimeye başka anlam verilemez.
2.
Ey inananlar! Sesinizi, Nebi'nin sesinden daha fazla yükseltmeyin. Birbirinizle bağrışarak konuştuğunuz gibi, Nebi'yle yüksek sesle konuşmayın. Yoksa farkında olmadan yaptıklarınız boşa gider.
3.
Gerçekten Allah'ın elçisinin yanında seslerini kısanlar var ya; Allah onların kalplerini takva[*] için imtihan etmiştir. Onlar için bağışlama ve büyük ecir vardır.
Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)
4.
Sana odaların dışından seslenenlerin çoğu, düşüncesiz kimselerdir. [*]
Medine’deki bedevi Araplar, Hz. Peygamber ile görüşmek ve ona bir şeyler sormak için gelip odaların arkasından yüksek sesle bağırırlardı. Yine bir gün Temimoğullarından bir heyet Hz. Muhammed’in istirahatte bulunduğu bir vakitte odaların arkasına gelerek ona yüksek sesle “Muhammed! Dışarı çık, seninle konuşmak istiyoruz” diye bağırmışlardı. Ayette onların edep ve nezaketle, saygı ve nezahetle bağdaşmayan bu davranışları kınanıyor. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)
5.
Oysa sen onların yanına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah Gafûr'dur; çok bağışlayıcıdır, Rahîm'dir; ikramda bulunur.
6.
Ey inananlar, size fasık (yoldan çıkmış) bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.[*]
Fahreddin Razî der ki: Bu sûrede müminleri ahlakın en güzeline bir yöneltme vardır. O ise ya Allah ile veya Peygamber ile veya kendi cinsi ile olur. Bunlar da iki sınıftır, çünkü ya müminler yolunda gider, tâat rütbesinin içinde veya dışarda olurlar. Dışarıda olan fasıktır. Müminler gidişinde dahil olanlar da yanlarında hazır veya uzakta bulunurlar. Bu suretle ahlak beş kısım olur:
1- Allah'a ait olanlar,
2- Peygambere ait olanlar,
3- Fâsıklara ait olanlar,
4- Hazır olan müminlere ait olanlar,
5- Gaib olan müminlere ait olanlar.
İşte bunlardan her birine ait olmak üzere yüce Allah bu sûrede beş kere "Ey iman edenler!" buyurmuştur. Allah ve Resulüne ait olan açıklamadan sonra üçüncü olarak burada fâsıkların sözlerine güvenilmemesi gerektiğini açıklıyor. Çünkü onlar araya fitne sokmak isterler ki o fitne "Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa..." âyetinde açıklanacaktır... Bununla beraber fâsıkın sözünü de büsbütün hiçe saymayıp araştırma ve açıklanması emrolunmuştur. Demek ki fâsık olmayıp da adil olacak olsa yerine göre haber-i vâhid dinlemeye layık olacaktır. Bu âyetin indirilmesine sebeb olmak üzere şöyle rivayet ediyorlar: Resulullah Velid b. Ukbe'yi Beni Mustalik'a vali ve zekât memuru olarak göndermişti. Onunla onlar arasında bir kin varmış; yaklaştığı zaman karşısına gelen atlıları kendisini öldürecekler sanmış, korkmuş geri dönmüş. Resulullah'a varıp onlar dinden döndüler, zekatı vermeyi reddettiler, demişti. Resulullah da öfkelenmiş ve onlarla harp etmeyi kurmuştu, bu âyet bunun üzerine indi. Bir rivayette de Halid b. Velid'i göndermiş, gözetlemiş, ezan okuduklarını ve gece namazı bile kıldıklarını görmüş ve zekâtlarını da ona teslim etmişler o şekilde geri dönmüştür. "Fâsık" ile "nebe" kelimelerinin nekre oluşu umumilik içindir. Herhangi bir fâsık, herhangi bir nebe' (haber) demektir. Çünkü Razî'nin hatırlattığı şekilde şartın bulunduğu yerde sübut yönünde umumilik, nefi yönünde hususilik olur. Nitekim haberler de nefi tarafında genel, sübut tarafında özeldir. denilmeyip de şüphe harfi olan ile ifade edilmesi müminlerin fâsıklara aldanmayacak kadar uyanık olmaları gerektiğini ihtar ve öyle uyanık müminlere herhangi bir fâsıkın cüretinin ender olacağına işaret nüktesini taşımaktadır. Çünkü bir bilgisizlikle, hallerini bilmeyerek, bir kavmi musibete uğratırsınız, vurursunuz, bir zarara uğratırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz, çünkü haber yanlış olunca sonra temiz oldukları ortaya çıkar da telafisi mümkün olmayan bir üzüntü çekilir. İman vicdanı, öyle bir haksızlığa karşı devamlı olarak sızlar. Zemahşerî der ki: Nedamet, yani pişmanlık, bir çeşit üzüntüdür ki, meydana gelen şeyin olmamasını dileyerek gam yemektir. Böyle bir üzüntü ve gam ise devamlı ve etkili olur, çünkü olay akla geldikçe pişmanlık yapışır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
7.
Bilin ki, Allah'ın Elçisi içinizdedir. Şayet o, birçok işte size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu sizin kalplerinizde süsledi ve size küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.[*]
Bu şuna delâlet ediyor; bazı müminler Velid’in sözünü tasdik
ederek, Peygamber’e (s.a.) Mustalıkoğullarına savaş açmayı kabul ettirmeye çalışmışlardır. Demek ki, benzer çirkin girişimler zaman zaman
bazılarından sadır oluyordu. Bazıları ise böyle şeylerden uzak duruyor,
takvâdaki ciddiyetleri onları böyle şeylere cüret etmekten alıkoyuyordu.
İşte “Fakat Allah, size” yani bir kısmınıza “imanı sevdirip onu gönlünüze nakşetti…” sözüyle bu kişiler istisnâ edilmiştir. Fakat onlarda olup da
diğerlerinde bulunmayan vasıflar, ba‘d (bazıları) kelimesinin kullanılmasına gerek bırakmamıştır. Bu, Kur’ân’ın kısaltmalarından ve latîf işaretlerinden ancak üst düzey âlimlerin anlayabileceği bir inceliktir. Müfessirlerden biri, “Allah’ın, gönüllerindeki takvâyı sına(yıp onayla)dığı
kimseler”in [Hucurât 49/3] burada istisnâ edilenler olduğunu söylemiştir.
Peygamber’e (s.a.) hitapla söylenen “İşte, doğru yoldakiler de bunlardır.”
yani ‘doğru yoldakiler de işte bu istisnâ edilenlerdir’ ifadesi de söylediğimi
doğrulamaktadır.
Şayet "Bilin ki sizin aranızda Allah Resulü var!" ifadesinde İnne’nin haberinin ismine takdim edilmesinin faydası nedir?” dersen şöyle derim: Maksat, Allah’ın hoş görmeyeceği şekilde Peygamber’i (s.a.) kendi
görüşlerine uymaya çalışmaları sebebiyle bazı müminleri azarlamaktır. Maksadı bütünüyle buna yönlendirmek için haberin öne alınması icap etmiştir.
“Peki neden mazi sîgası ile lev etā‘akum "itaat etseydi" değil de muzari sîgası
ile "itaat ederse" buyruldu?” dersen şöyle derim: Onların, Peygamber’den (s.a.) sürekli kendi görüşlerine göre amel etmesini istediklerine delâlet
etmek için böyle denmiştir; çünkü herhangi bir hususta kendilerinin öne çıkan bir görüşü olduğu zaman ona göre amel edilmesini istiyorlardı. Nitekim
"yönetimle ilgili birçok hususta" ifadesi buna delâlet etmektedir.
Tıpkı bir adamın âdetinin bu olduğunu ve devamlı böyle davrandığını murat
ederek ‘Falan misafir ağırlar; harîmini korur’ demen gibi.
“Allah’ın [imanı] sevdirmesi ve [inkârcılıktan] iğrendirmesi”, lutuf ve
yardımı ile kulunu muvaffak kılmasıdır. Benzerleri daha önce1
de geçtiği
gibi, bu kinaye yollu bir anlatımdır. Hiçbir akıl, basiret ve zihin sahibine
gizli olmayan bir gerçektir ki kişi kendisinin yapmadığı bir amel sebebiyle
övülmez. Âyetin zâhiri ise bahsi geçen kişilerin Allah’ın fiili sebebiyle övüldüklerini göstermektedir. Oysa “Onlar yapmadıkları şeylerden dolayı övülmek istiyorlar!” [Âl-i İmrân 3/188] âyetinde bu reddedilmiştir. “Ama Araplar
bir kimseyi, her biri Allah’ın fiili olmakla beraber, yüzünün güzelliği ve diğer
güzel vasıfları sebebiyle överler. Üstelik bu, insanlar nezdinde makbul sayılan ve merdut olmayan bir övmedir?” dersen şöyle derim: Onların böyle
yapmalarına cevaz veren şey, kişinin güzel görünümlü olmasının -genelliklerazı olunacak bir şeyi ve övgüye lâyık bir özelliği ortaya çıkardığını düşünmeleridir. Bundan dolayı, “Çirkin ve bodur kişinin en güzel tarafı, onun yüzüdür.” demişler; bu güzel görünümü lizâtihi övgü sıfatlarından biri yapmayıp, (övgüye değer) başka bir şeye delâleti sebebiyle böyle söylemişlerdir; çünkü güvenilir muhakkik âlimlerden ve Ma‘ânî ulemasından bir kısmı böyle
yapmanın doğruluğunu reddetmiş, böyle bir övgüde bulunanın hata ettiğini söylemişler ve övgüyü sadece fesâhat, şecâat, adalet, iffet gibi iyiliklerin
anası sayılacak vasıflara ve bu vasıflardan dallanıp ortaya çıkacak diğer iyi
özelliklere hasretmişler; bir kişiyi güzelliği, servet ü sâmanı, torun ve taraftar çokluğu gibi kendi amelinin sonucu olmayan şeylerle övmenin yanlış ve
akla aykırı olduğuna hükmetmişlerdir.
Küfr Allah’ın nimetlerinin üzerini örtmek ve bile bile onlara nankörlük etmektir. Füsûk büyük günahlar işlemek suretiyle doğru yoldan,
iman yolundan çıkmaktır. İsyân hakka inkıyadı ve Şâri’nin (Allah ve Resulü’nün) emrine uygun davranmayı terk etmektir. (Zemahşeri Tefsiri)
8.
(Bu) Allah'ın bir lutuf ve nimetidir. Allah Alîm'dir; bilir, Hakîm'dir; doğru kararlar verir.
9.
Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.[*]
Bu âyet, savaşın illa da Müslümanlarla inkârcılar arasında cereyan eden bir eylem olmadığını, hangi dinden ve toplumdan olursa olsun saldıran, fesat çıkaran ve huzuru bozan tarafa karşı birlikte savaşılması gerektiğini anlatmaktadır. İki Müslüman grup ya da ülke birbirleriyle herhangi bir sebep yüzünden çatışmaya girmişse ve böylece, birisinin diğerine karşı haddi aşmış olması ya da her iki tarafın birbirlerine hadsizlik yapmış olması ihtimaline karşın her iki taraf da savaşa devam ediyorsa, bu durumda her ikisine de ateşkes çağrısında bulunulur. Buna rağmen iki taraftan birisi işi azıtır ve doğruya dönmeyi kabul etmezse, o zaman mü’minlere düşen, saldırgan tarafla savaşmaktır. Saldırgan taraf savaşmaktan vazgeçerse o takdirde, mü’minlere yakışan her iki tarafa da âdil davranmaktır. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)
10.
İnananlar ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı takva[*] sahibi olun. Umulur ki böylece merhamet olunursunuz.
Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)
BÖLÜM 2
11.
Ey inananlar, bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler), kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki onlar, kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İnandıktan sonra fısk adı, ne kötü bir şeydir! Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalimdirler.[*]
“İnandıktan sonra (kişinin) adının kötüye çıkması, fasık damgası yemesi ne kötü bir şeydir” ifadesi, alay etmek, küçümsemek, çirkin lakaplar kullanmak gibi insanları küçük düşüren, onurunu kıran ve toplumda itibarlarını yaralayan fiilleri gerçekleştirenlerin fasık olacağı anlamındadır. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)
12.
Ey inananlar! Zannın birçoğundan sakının. Kuşkusuz bazı zanlar günahtır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Bir kısmınız, bir kısmınızın gıybetini yapmasın.[1*] Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Öyleyse Allah'a karşı takva[2*] sahibi olun. Kuşkusuz Allah Tevvâb'dır; tevbeyi çok kabul edendir, Rahîm'dir; ikramı boldur.
[1*] [Zann], sağlam bilgiye dayanmayan düşüncedir. [Gıybet], bir kişinin yüzüne söylenemeyecek bir sözü arkasından söylemektir. [Tecessüs] ise bir kişinin gizlide kalması gereken hâllerini ortaya çıkarma çabasıdır ki bütün bunlar Yüce Allah tarafından şiddetle yasaklanmaktadır. Çünkü bu üç konu müslümanların toplumsal hayatında uzak durmaları gereken en önemli noktaları içermektedir. Bu cümlenin, “Ey iman edenler! zannın çoğundan kaçının!” şeklinde tercüme edilmesi sorunludur. Burada zannın günah (haram) olmayan kısmının bulunduğuna işaret edilir ki bu da başkalarıyla değil, kişinin kendisiyle ilgili bazı konulara dair düşünceleridir. (Mehmet Okuyan Tefsiri)
***
[2*] Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)
13.
Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah'ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda[*] (Allah'ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah Alîm'dir; bilir, Habîr'dir; her şeyden haberdardır.
Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)
14.
Bedevîler "İnandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik" deyin.[*] Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur; çok bağışlayıcıdır, Rahîm'dir; ikramda bulunur.
Bedevi Araplar köyde ya da herhangi bir kasabada yaşamayıp çölde, ovada dolaşan ve toplumsal yaşama bilinci ve kültürü olmayan göçebe kimselerdir. Bunlar Müslümanların sadece gücünden istifade etmek için onların safına geçmiş ve onlara teslim olmuşlardı ama gerçek manada iman etmemişlerdi. Onun için âyette; “siz iman etmediniz, sadece İslâmî yönetimin idaresine girmeyi kabul etiniz” buyruluyor. Yani Müslüman olmakla kendinizi güvenceye aldınız.
Demek ki “ben Müslümanım” demekle kişi iman etmiş olmuyor. İmanın kalbe inmesi ve davranışlara yansıması gerekiyor. Kur’an’da anlatılan imanın en büyük göstergesi, Allah’a ve Peygambere itaattir. Bu itaatin nasıl gerçekleşeceği bir sonraki ayette anlatılmaktadır. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)
15.
Gerçekten inananlar, Allah’a ve O’nun elçisine iman eden, sonra asla şüphe etmeyen, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda mücadele eden kimselerdir. İşte onlar, doğruluklarını ispat etmiş olanlardır.
16.
De ki: “Dindarlık derecenizi siz mi Allah'a bildireceksiniz? (Allah sanki bunu bilmiyor da sizin iddianıza mı bakacak? ) Halbuki Allah bunu bildiği gibi, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Evet, Allah her şeyi hakkıyla bilir. ”
17.
Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakıyorlar. De ki: “Müslüman oldunuz diye beni minnet altında bırakmayın. Eğer (müslüman olduğunuz konusunda) doğru söyleyen kimselerseniz imana erdirdiği için sizi asıl Allah minnet altında bırakır.“
18.
Şu kesin ki Allah, göklerin ve yerin sırlarını bilir; dahası Allah yaptığınız her şeyi görür.