(Allah, cehennem görevlilerine şöyle emredecek:) “Onu yakalayıp bağlayın!
Sonra alevli ateşte kızartın!
Sonra da onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun.
Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı.
Ve yoksula yedirmeye teşvik etmezdi! Bundan dolayı bugün ne bir dostu var, ne de pislikten başka bir yiyeceği, Bunu, o hatayı (şirk suçunu) işleyenlerden başkası yemez. (Hakka 30-37)
Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla
1.
el-Hâkka / geleceği kuşkusuz olan şey![*]
Yani, Kıyamet ve Hesap Günü. O Gün insan, geçmiş hayatının mahiyetini hakkıyla anlayacak ve bütün aldatmacalardan uzak şekilde, kendisini olduğu gibi görecek; geçmişteki bütün eylemlerinin -ve böylece ahiretteki kaderinin- gerçek anlamı kendisine gözlerini kör edercesine gösterilecektir. (Muhammed Esed Tefsiri)
2.
Nedir o hâkka?
3.
O hâkkanın niteliğini sana bildiren nedir?[*]
Nihaî gerçekliği bu anî ve çarpıcı şekilde kavrama, insanın bekleyebileceği veya hayal edebileceği her şeyin ötesindedir: Bu nedenle yukarıdaki belâgat gereği sorunun bir cevabı yoktur. (Muhammed Esed Tefsiri)
4.
Semud ile Ad (kavimleri), gümbür gümbür gelen o felaket için “Yalan!” demişlerdi.
5.
Semûd kavmi korkunç bir sesle yok edildi.
6.
Ad kavmi ise uğultulu azgın bir kasırga ile yok olup gittiler.
7.
Allah onların kökünü kazımak için o kasırgayı üzerlerine yedi gece, sekiz gün kesintisiz olarak salıverdi. Öyle ki sen (o zaman orada olsaydın), o halkı, içi boş hurma kütükleri gibi yerlere serilmiş görürdün.
8.
Şimdi onlardan geriye kalan bir (kişi) görebiliyor musun?[*]
Bu ayet, onların soylarından kimsenin kalmadığını göstermektedir. Yoksa yaşadıkları yerin kalıntıları, ibret için korunmuştur. Allah Teala şöyle buyurur: Ad ile Semud’un başına gelenleri de kalıntılarına bakıp kesin olarak anlarsınız. Şeytan, yaptıklarını süslü göstermiş ve onları yoldan çıkarmıştı. Oysa onlar ilerisini görebilen kimselerdi. (Ankebut 29/38)
(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
9.
Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler de hep o hatayı işleyegeldiler.
10.
Rablerinin elçilerine baş kaldırdılar. Rableri de onları kaldırıp yere vurdu.
11.
(Nuh tufanında) sular her tarafı kaplayınca[1*] sizi(n atalarınızı) o azgın sular üzerinde akıp giden gemide Biz taşıdık.[2*]
[1*] Zımnen: İnsan çığırından çıkıp tuğyan edince su da çığırından çıkıp tuğyan eder; tuğyan olan yerde tufan olur. Tağâ, “suyun yatağından taşması” anlamına gelir. Mecazen, “sınırı aşmak, ileri gitmek”, yani “küstahlığı ve haddini bilmezliği” ifade eder. Mekkeli müşrikler için, kendi gücü ve önemi konusunda aşırı güvende olmak. birçok yerde Firavun için kullanılır (89:11; 79:17; 20:24, 43).
[2*] “Sizi”, yani “sizin atalarınızı”. Zımnen: Sizi gemi değil Allah kurtardı: O’na şükredin! (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)
12.
Bunu, aklınızdan çıkarmayacağınız bir bilgi ve kulağınıza küpe olsun diye yaptık.
13.
Sûra bir üfleyişle üflendiğinde,[*]
"Sûr'a üfürülünce..." 'den buraya kadar olan açıklamalar öyle hatırlatma kabilinden olan küçük kıyametler demek olup bundan itibaren Büyük Kıyamet olan Hâkkâ'nın açıklanmasına başlanıyor. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
14.
Yer ile dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığında,
15.
Asıl olacaklar o gün olur.
16.
O gün gök çatlar ve açılır.
17.
Melekler göğün kenarlarına çekilirler. Onların üst tarafında sekiz melek, Rabbinin arşını (yönetim merkezini) taşır.[*]
Melekler yarılan göğün çevresinde, taht da onların üstünde ve tahtı sekiz yaratık taşıyor... Sekiz melek veya
onlardan sekiz saf ya da tabakalarından sekiz tabaka veyahut ne olduklarını şu an için sadece Allah'ın bildiği sekiz
yaratık... Biz onların, kimler olduklarını bilmiyoruz. Tahtın ne olduğu, nasıl taşındığı konusunda da bilgimiz yok.
Haklarında bilgimiz olmayan ve Allah'ın bize ulaşan bilgileri konusunda, bizi sorumlu tutmadığı bu gaybleri oldukları
gibi bırakıyor yorum yapmıyoruz. Gayblerin, mahiyeti üzerinde durmadan onların ön plana çıkmalarına neden olan
eşsiz özelliklerine geçiyoruz ki; bizden istenen de o özelliklerini iç dünyamızda özümlememizdir. Bu olayların dile
getirilmesinde gözetilen de; o benzersiz gün ve ortamda ortaya çıkacak olan sınırsız güçlülük, varlıkların o güce baş
eğmiş durumları ve kapıldıkları korkuyu insan kalbine hissettirmektir. (Seyyid Kutub Tefsiri)
18.
O gün (yargılanmak üzere) huzura çıkarılacaksınız; en gizli sırrınız bile gizli kalmayacak.[*]
O gün her şey açığa çıkmıştır; cesed, nefis (ruh), insanın iç dünyası, çalışması, akıbeti her şeyi. Sırları örten
örtülerin tümü düşmüş, nefis kabuğundan sıyrılmış, cesedler soyunmuş, gaybler dünyası seyre açılmıştır. İnsan;
biçimi, hile kurma, önlem alma yetenekleri ve bilincinden soyutlanır, kendisinden bile gizlemeğe özen gösterdiği
ayıpları ortaya dökülür. Bu açıkta kalış; özellikle ileri gelenler için en acımasız, mahşer kalabalığı karşısında en feci
biçimde rusvay eden bir skandal durumu olacaktır. Konuya Allah'ın nazarı açısından bakılacak olursa; O'nun için tüm
gizliler sürekli açık durumdadır. Fakat insan belki de bunun gerçek bilincine varamamakta, toprağın örtülerine
aldanmaktadır. İşte o insan kıyamet gününde; her şeyinden soyutlanmış durumda Allah'ın bakışına her şeyin açık
olduğunu tam olarak kavrayacaktır. O gün evrende herşey görünür durumdadır. Yer birbirine çarpılarak düzlenmiş,
herhangi bir engebe arkasında hiçbir şey gizlememektedir. Gök de yarılmış, sarkmış arkasında hiçbir şey
gizlememektedir. Cesedler soyulmuş olup hiç bir şey onları örtmemektedir. Onlar gibi nefisler de açığa çıkmış olup
kendilerinin dışında ne örtü vardır ne de onlarda gizlenen bir sır kalmıştır.
Gaflet edilmemelidir ki, bu zor bir durumdur. Yerle dağların birbirlerine çarpılmaları ve göğün yarılmasından daha
zor bir durumla karşı karşıya bırakacaktır insanı. İnsan orada; ceset, nefis, duygular, tarih, yaptıklarının gizli kalan
açığa çıkan hepsinden soyutlanmış olarak, Allah'ın ve insan, cin ve melek yaratıkları topluluğunun önünde ve
Allah'ın celali tüm diğer yaratıkların üzerine kaldırılmış olan tahtının altında kalakalacaktır...
Doğrusu insanın yapısı son derece karmaşıktır. Psikolojik yapısı çeşitli kıvrımlar ve dehlizler içerir. Nefis, onlar
arasına gizlenerek; duyguları, arzuları, sürçmeleri, hatıraları, sırları ve özellikleri ile örtünür. İnsan sümüklü böceğin,
bir dürtü ile karşılaştığında yaptığının daha mükemmelini yapar. Bilindiği gibi sümüklü böcek bir dış etkiyle karşılaşır
karşılaşmaz hızla kıvrılır, kıvrımları arasına büzülür ve tamamen kendisine tutunur. Evet insan, bir gözün gizlice
kendine ait gizlediği bir şeyi keşfettiği ve bir bakışın kendisine ait gizli bir dehlize ve gizli bir kıvrıma isabet ettiğini
hissettiğinde sümüklü böceğin yaptığının daha mükemmelini yapar. Herhangi bir kimsenin psikolojik
özgünlüklerinden birine vakıf olduğunu anladığında derinlerine batan şiddetli acılar duyar...
O aynı yaratık; ceset, kalb, bilinç, niyet, iç dünyasının her türlü örtüden soyutlandığı gerçek çıplaklık içine
düştüğünde durumu nasıl olur... O bu durumda Cebbar'ın tahtının altında, taşkın kalabalığın önünde kalakaldığında
hali nice olur?..
Dikkat edilmelidir ki bu, bunun dışında kalan her durumdan daha acı bir durumdur!.. (Seyyid Kutub Tefsiri)
19.
Kitabı sağ tarafından verilenler, “Alın kitabımı okuyun,
20.
doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum” diyecek.[*]
Kitabın sağdan, soldan arkadan alınması, maddi gerçeklik de olabilir; arapların sağın hayırlı, solla arkanın şerli
yanlar saymalarına bağlı olarak arap dili ıstılahları çerçevesinde oluşan klişeleşme de olabilir... Hangisi olursa olsun
işaret edilen birdir.
Verilen görünüm bu zor günde kurtulanın görünümü. O topluluk içinde taşkın bir sevinç içinde konuşuyor; sevinç
psikolojisini kaplayarak dilini etkisi altına alıyor ve bağırıyor: "alın kitabımı okuyun" Sonra kolay kurtulacağını
sanmadığını; hesabının inceleneceği beklentisinde olduğunu sevinç içinde hatırlıyor... Hz. Aişe'den -Allah ondan razı
olsun- nakledilen hadiste de geldiği üzere Hz. Aişe: "Resulallah `Hesabı incelenen azaba çarpılır' dedi. Allah; "O
zaman kimin kitabı sağından verilirse o, kolay bir hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir" demiyor
mu? Dediğimde; `Burada sözü edilen hesabın açıklanmasıdır, yoksa kıyamet günü hesabı incelenip de, helak
olmayacak kimse yoktur' dedi."(Buhari, Tirmizi, Müslim, Ebu Davud)
İbn Ebî Hâtem, Ebî Osman'dan gelen şu hadisi vermiştir: "Resulallah şunları söyledi: `Mü'mine kitabı Allah katından
bir örtü içinde sağından verilir. Hemen günahlarını okur; her bir günahını okuyuşunda rengi değişir. Sonra
iyiliklerine geçer onları okur, rengi geri gelir. Ardından bakar ki, günahları iyiliğe dönüşmüş. İşte bu duruma
ulaştığında: "Alin kitabımı okuyun der".
Abdullah b. Hanzala'dan -cenazesi melekler tarafından yıkanmış olan şehid nakledilmiştir: "Resulallah: `Allah
kıyamet günü kulunu durdurup kötülüklerini sahifesinin arkasından göstererek: `Bunları sen mi yaptın?' der. O:
`Evet ey Rabb' der. Allah ona: `Ben seni onlarla rusvay etmeyeceğim, onları affettim' der. İşte bunun üzerine kul:
`Alin kitabımı okuyun, ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim zaten der' dedi."
El-Sahîli'de fısıldaşma konusu sorulduğunda; ibn. Ömer'in şunları anlattığı yer alıyor: "Rasulullah'ın: `Kıyamet günü
Allah, kulu kendisine yaklaştırarak, tüm günahlarını itiraf ettirir. Kul helak olduğu kanısına vardığında, ulu Allah:
`Dünyada onları örtmüştüm, bugün de bağışlıyorum' der. Ardından kulun iyiliklerini içeren kitabı sağından verilir.
Kafirler münafıklara gelince şahitler: Rabblerine karşı yalan söyleyenler İşte bunlardır biline ki; Allah'ın lâneti
zalimleredir' derler, dediğini duydum."
Sonra, şahitlerin gözü önünde kurtulanlar için hazırlanan nimetler açıklamıyor. Nimetlerin; o dönemde ayetlerin
muhatabı olanların durumuna uygun düşen somut nimetler oldukları görülüyor. Onlar cahiliye ile yapılanmışlardı.
içlerinden iman edenlerin üzerinden uzun bir zaman geçmemişti ki, kavrayışları ona göre yapılansın ve nimetlerin
her türlü yararlanılacak şeyden daha üstün ve ince olanım ayırt edebilsinler. (Seyyid Kutub Tefsiri)
21.
Artık o, hoşnut olacağı bir hayat yaşayacak.
22.
Yüksek bir cennette (bahçede).
23.
Olgunlaşmış meyveleri dallarından sarkmış bir haldedir.
24.
Onlara şöyle denilecek: “Geçmiş günlerde yaptıklarınızdan dolayı afiyetle yiyiniz, içiniz!”
25.
Kitabı sol tarafından verilene gelince, o da şöyle diyecek: “Keşke kitabım bana verilmeseydi,
26.
Ve hesabımın ne olduğunu hiç bilmeseydim.
27.
N'olurdu, ölüm her şeyi bitirmiş olaydı!
28.
Servetim, malım bana fayda etmedi!
29.
Bütün gücüm, iktidarım yok oldu gitti![*] ”
Artık onunkisi; uzun bir bekleyiş, uzayıp giden pişmanlık, ümitsizlik yansıtan terennümler ve can sıkıcı yorumlardır.
ifade bu bekleyişin sunuşunu; dinleyenin bu bekleyişin bir sona ulaşmayacağı, bu sızlanma ve kederlenmenin
sonsuzca uzayıp gideceği sanısına kapılacağı ölçüde uzatmaktadır. Kişilerde bırakılmak istenen psikolojik etki
gözetilerek; anlatımın kimi durumlarda uzatılıp, kimi durumlarda kısa tutulması sunuşun beğenilen türlerindendir.
Burada, bu üzüntülü konumun kavranması ve bu perişan durumun çağrışımı ile büyük belanın algıla olması
gözetildiğinden; söz, vurgu ve ayrıntılarla uzatıldıkça uzatılıyor. İşte o bela ile karşı karşıya kalan bu zavallı; bu
konuma gelmemiş, kitabı kendisine verilmemiş, hesabını öğrenmemiş ve kıyametin geriye bir şey kalmamak üzere
varlığını tümüyle yok etmiş olmasını temenni etmekte; kendileri veya biriktirimi ile güç kazandıklarından hiçbir yarar
görmediğine vahlanmaktadır: "Malım bana hiçbir fayda vermedi. Gücüm benden yok olup gitti." Artık, ne yarar
sağlayacak mal var, ne de kalıcı veya koruyucu güç. Durak sonundaki hareketsiz harfle onun önündeki elifle
uzatmanın ardından gelen illetli `y' üzerinde tınlayan uzayıp giden hazin ses de; üzüntü ve ümitsizliği etkin biçimde
ilham eden konumun yan öğelerinden biridir.
Bu uzayıp giden hazin ses; celâl, korku ve heybet dolu yüce emir gelinceye kadar kesilmiyor (Seyyid Kutub Tefsiri)
30.
(Allah, cehennem görevlilerine şöyle emredecek:) “Onu yakalayıp bağlayın!
31.
Sonra alevli ateşte kızartın!
32.
Sonra da onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun.[*]
Ne ürperti salan ürkünçlük! Ne öldürücü korku! Ne bâriz güçlülük! "Tutun onu".
Bir emir ki, yüceler yücesinden geliyor. Dolayısıyla tüm varlık hemen; bu zayıf, küçük, zavallıya karşı harekete
geçiyor. Emir karşısında yükümlü olanlar her yönden emri yerine getirmenin yarışına giriyorlar. ibn. Ebi Hâtem'in elMunhâl b. Amr'dan taşıma zinciri ile naklettiği hadis, konuya ayrıntı getiriyor: "Ulu Allah: `Tutun onu' dediğinde
yetmiş bin melek konuşur. Onlardan bir melek: `Ateşe İşte böyle yetmiş bin kez atılacak' der" Hepsi; kendinden
geçmiş üzüntülü küçük haşereye koşuşacaklar.
"Bağlayın onu: '
Hemen yetmiş bin melek ona yaklaşmış boynuna zinciri vurmuştur. "Sonra cehenneme sallayın onu: '
Neredeyse ateşin onu nasıl kızarttığını, yaktığını duymaktayız... "Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun
onu: '
Bir arşın ateş zinciri onun için yeter de artar bile! Fakat uzatma ve korkutmanın vurgusu `yetmiş'in söylenişi ve
görünümünden etkinlik kazanmaktadır. Gözetilen bu olsa gerektir... (Seyyid Kutub Tefsiri)
33.
Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı.
34.
Ve yoksula yedirmeye teşvik etmezdi![*]
Onun kalbi Allah'a iman ve kullara acıma duygusundan yoksundur. Dolayısıyla o kalb, bu ateş ve bu azabtan
başkasına uygun düşmez...
Kalbi Allah'a imandan boşalmış olan ölüdür, haraptır, işlevsizdir, ışıktan yoksundur. O varlıkların en değersizidir.
Çünkü her şey inanmakta, Rabbini övmekte, varlığının kaynağı ile bağlantılı yaşamaktadır. O ise; Allah'tan
kopuktur. Buna bağlı olarak, Allah'a inanan varlıktan da kopuktur.
Onun kalbi kullara acıma duygusundan boşalmıştır. `Miskin' merhamete en çok gereksinimi olan kişidir; fakat onun
kalbi, miskinin problemlerinin çözümüne ilişkin doğal çağrıyı duymamaktadır. Onun doyurulmasını izleyen bir adım
olup, mü'minlerin birbirini özendirmeleri biçiminde varlık bulacak toplumsal bir görevin varlığına işaret etmektedir.
Bu görev imanla güçlü bağlantılılık içinde olup nas ve hesap vermede onun hemen arkasında yer almaktadır. (Seyyid Kutub Tefsiri)
35.
Bundan dolayı bugün ne bir dostu var,
36.
ne de pislikten[*] başka bir yiyeceği,
Ğıslîn, “yıkadı” anlamındaki ğaseleden: pislenen bir şey yıkandıktan sonra geriye kalan atık. Allah’ın “bak” dediği yerden günahın görüntüsü. Sözün özü: Kişi burada ruhu için hangi gıdayı hazırladıysa, orada onu bulacaktır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)
37.
Onu, (bile bile) hata işleyenlerden başkası yemez.[*]
Allah'ın bu şiddetle yakalanma, bağlanma, yakılma ve cehennemde yetmiş arşınlık zincire vurulmaya müstahak
kıldıkları; yukarıda geçen günahları işleyenlerdir. Ve onların uğradığı azap türleri cehennemin en etkin azap
türlerindendirler. Bu takdirde; miskini doyurmayı yasaklayan, çocukları kadınları ve ihtiyarları aç bırakan, kış
soğuğunda bir lokma, bir örtü için el açanları zorbalar gibi hırpalayanların durumu nasıl olacaktır? Bunlar nereye
gidiyorlar? Onlar yeryüzünde zaman zaman var olmaktadırlar. Yoksulu doyurmaya önayak olmayanlara
cehennemde böyle bir azab hazırladığına göre; Allah'ın bunlar için hazırladığı nedir acaba!..
Bu etkin tablo burada sona eriyor. Belki de; tablonun böyle korkunç görünümle verilmesinin nedeni; toplumun,
tablonun onları etkileyip sarsması, canlandırması için bu sert sahnelerin sunulmasını gerektiren zorba, acımasız, inat
kar yapısıdır. insanlığın düştüğü cahiliyetler içinde bu tür toplumlar yinelenip durur. Aynı çağlarda haktan etkilenen
ince duygulu toplumlar da bulunabilir. Çünkü yeryüzü geniştir. Bilinç düzeyleri ve psikolojik yapıların yeryüzündeki
dağılımı farklıdır. Kur'an, her düzeydeki insana ve nefse; ona etki eden, çağırdığında icabet ettiğiyle hitab eder.
Günümüzde yeryüzünün kimi bölgeleri öyle acımasız kalbler, duyarlılığını yitirmiş psikolojik yapılar barındırıyor ki,
onlara, bu kelimeler gibi ateşten ve kural dışı sözler, etkin tasvirler ve bu sahnelerden başkası etki etmez.
Surenin başından beri, ardı ardına gelen bu etkin, korkunç sahneler dünya ve ahirette yakalanış sahneleri, geniş
boyutlu evrensel yıkım sahneleri, nefislerin çırılçıplak açıkta kalış sahnesi, taşkın sevinç ve harap durumda vahlanma
sahneleri gölgesinde..
Duyguları derinden etkileyen bu sahnelerin gölgesinde; saygın elçinin getirdiği bu sözün gerçeğine ilişkin, kesin
tesbit geliyor. (Seyyid Kutub Tefsiri)
BÖLÜM 2
38.
Hayır, sandıkları gibi değil! Yemin ederim gördüklerinize,
39.
Ve görmediklerinize![*]
Bu üstündük, bu çaplılık ve görünenin yanında, saklı gayb la sağlanan bu korkutma... Varlık, insanın gördüğünden
çok daha büyüktür, hatta kavradığından. insanın evrenden gördüğü ve kavradığı, sınırlı küçük uçlardır sadece. Yerin
imarı ve Allah'ın insanlar için dilediği biçimde, orada hilafet etme ihtiyaçlarına cevap verecek ölçüdedir. Yer bu
büyük evren içinde neredeyse görülmez veya hissedilmez bir toz taneciğinden başka bir şey değildir. İnsan, bu
geniş mülkün durumu, sırları ve varlığın yaratıcısının koyduğu yasalarından; görmesi ve kavraması için kendisine
tanınan sınırı aşma gücüne sahip değildir...
"Yoo, yemin ederim; gördüklerinize ve görmediklerinize."
Bu gibi göndermeler; gözlerimi ve kavrama sınırlarının ötesindeki özellikler, âlemler, görünmez, kavranmaz başka
sırlar olduğu konusunda kalbi açmakta, bilinci uyarmakta, böylece evren ve gerçeğine ilişkin insan tasavvurunun
ufukları genişlemektedir. Bu da, insanın gözlerinin gördüğünün hepsinde yaşamak, sınırlı bilincinin kavradığının esiri
olmaktan kurtarmaktadır. Evrendeki görevine göre sınırlı enerji ile donatılmış bu insan aygıtından, evren daha geniş
gerçek daha büyüktür. Onun dünya hayatındaki görevi yeryüzünde halifeliktir. Donanımı da ona göredir... Bunun
yanında o, görme ve kavrama yeteneklerinin sınırlı, görme ve bilincinin ulaştığının ötesinde ulaştığı ile kıyas kabul
etmez ölçüde büyük âlemler, gerçekler olduğunu bilirse daha büyük daha üstün ufuklara yükselebilir. İşte bu
yönelim sayesinde insan kendini aşar ve kalbine dökülen bilgi, nur örtüler arkasından doğrudan ilişki aracılığı ile
küllî marifet kaynakları ile bağlantı kurar...
Kendilerini, gözün gördüğü ve kendisine verilen yetenekler aracılığıyla bilincin kavradığı sınırlara hapsedenler zavallı
kimselerdir. Duyu ve sınırlı kavrayışlarının tutsaklarıdırlar Dar bir alemde çaresizdirler. Yaşadıkları alemin genişliğine
rağmen küçüklerdir.
İnsanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde az olsunlar çok olsunlar, bir kısım insanlar kendilerini kendi elleriyle sınırlı his
dünyalarının ve görülen alemlerin zindanına hapsediyor, bilgi ve aydınlık pencerelerini kendi üzerlerine kapatıyor,
iman ve şuur aracılığıyla sağlanabilen en büyük gerçekle bağlantı kurma yollarını kapatıyor ve ardından bu
pencerelerin kanalları kendi üzerlerine kapattıktan sonra diğer insanların üzerine de kapatmaya çalışıyorlar. Bunu
kimi kez cahiliye kimi kez lâiklik adına yapıyorlar. lâiklik de cahiliye gibi bir hapishanedir. Acı ve işkencedir. Bilgi ve
aydınlık kaynağından kopmak demektir.
Bilim son yüzyılda, iki yüzyıl önce ahmakca, gururlanarak çevresine ördüğü demir kafesten kurtulmaktadır. İlim bu
kafesten kurtulmuş ve tamamen kendi deneyimleri sonucu gurur sarhoşluğundan ayılarak, kilisenin Avrupa
üzerindeki zorba esaret zincirini kırarak aydınlık kaynağıyla bağlantı kurmaya başlamıştır. İlim artık haddini
bilmektedir. Bu evrende sınırsızlığa götüren ve gizemlilikleri bildiren sınırlı araçları denedikten sonra imana
yönelmeye başlamıştır. Bu başlangıç ferahlık müjdesi veriyor. Evet ferahlık. Çünkü kendisini kuruntu ürünü madde
kafesi arkasına hapseden insan, kendisini ancak sıkıntı ve darlığa mahkum etmiştir.
Hücre ve kan nakli araştırmalarında uzman, tıp biliminde üstad olmuş, cerrahlık yapmış ve farmakoloji enstitülerinin
yöneticisi olarak çalışmış, 1912 nobel tıb ödülü sahibi ve ikinci dünya savaşı sırasında Fransa'da insan etütleri
enstitüsünde müdürlük yapmış Dr. Aleksi Carrel'in görüşlerini dinleyiniz:
"Evren bütün genişliğince, bizim akıllarımızın dışında etkin akıllarla doludur. insan aklı, eğer güvendiklerinin tümü
doğru yolu bulmasına yardımcı olursa, çevresindeki çölün geçitleri arasında kolayca ilerler. Dua; çevremizdeki akıllar
ve gördüğümüz göremediğimiz tüm varlıkların kaderine egemen akılla bağlantılaşma vesilelerindendir."
Etkin ruhi güçlerden olan başkaları ile temizlenme şuurunun hayatta özel bir konumu vardır. Çünkü o bizi ruhlar
aleminden görkemli gizli ufuklarla bağlantıya götürecektir.
Bir başka tıp otoritesi Leomte De Nouy anatomi ve doğa bilimi araştırmaları ile uğraşan Curie, eşiyle birlikte
çalışmış ve "Rockfeller Enstitüsü"nce, enstitü üyeleri ile birlikte cerrahi tedavi ve özelliklerinin araştırılması
konusunda Amerika'ya çağrılmış bu ünlü bilgin şunları söylüyor.
"Birçok iyi niyetli zeki kişiler var ki, kavrayamadıklarından ötürü Allah'a inanamayacaklarını sanıyorlar. Oysa
kendisini bilimin çekiciliğine kaptırmış insanın, Allah konusunu, bir fizik bilgininin elektriği tasavvuru gibi tasavvur
etmesi gerekir. Çünkü elektriği maddi yapısıyla düşünebilmek mümkün değildir. Ama varlığı ve etkileri bir ağaç
parçası üzerine denenerek kanıtlanabilir:'
Ünlü iskoçya'lı yazar Sir Arthur Tomson da diyor ki: Biz toprağın katılığının kalmadığı ve esirinin maddi yapısını
yitirdiği bir devirde yaşıyoruz. Bu devir maddi yorumlarda aşırılığa kaçmaya en az şans tanıyan bir devirdir.
"Bilim ve Din" adlı dergide de şunları söylüyor:
Günümüzde akıllı dindar insanların; doğa bilginleri doğadan kurtulup, doğanın Rabbine ulaşamıyorlar, zaten
yönelimleri bu değil diye üzülmeleri yersizdir. Bilginlerin, doğanın bilgisine dayanarak elde ettikleri sonuçlarla doğa
üstüne çıkmaları, baştan doğa ötesine yönelmelerinden daha ciddi sonuçlar verecektir. Bunun yanında biz
sevinmeğe daha lâyığız; çünkü doğa bilginleri kimi kez dini eğilimin Bilim atmosferinde teneffüs edilmesi için ısrar
ediyorlar. Ki bu baba ve dedelerimizin zamanında kolay değildi... Doğa bilginlerinin çalışmaları, Mr. Loncdon Daws'in
"insanın Dünyası ve Harikaları" adlı eserinde yanlış olarak ileri sürdüğü gibi, Allah'ı araştırmaya yönelik değilse de,
biz rahatlıkla belirtiyoruz ki, bu konuda en büyük hizmeti doğa bilimi yapmıştır. Çünkü o insanı Allah konusunda
daha üstün düşüncelere götürmüştür. Bilim insana yeni bir gökyüzü, yeni bir dünya yaratmıştır.
Ve onu, düşünsel çabasıyla, belirli bir hedefe yöneltip çoğu kere anlayışının ulaşabildiği en yüksek noktalarda huzura
erdirdiği ve bunun sonucunda Allah'a imana yönelttiği gerçeğini söylersek kesinlikle ilmin bir harf dışına çıkmış
sayılmayız.
Newyork bilimler akademisi rektörü ve Amerika Birleşik Devletleri bilimsel araştırmalar kurulu eski üyelerinden
A.Cressy Morrissonn "insan Yalnız Değildir:' adlı eserinde şunları söylüyor:
"Biz bilinmeyen engin aleme yavaş yavaş yaklaşıyoruz. Çünkü anlıyoruz ki bilimsel açıdan madde, tümüyle özü
elektrik olan evrensel bir sistemin görünümlerinden başka bir şey değildir. Evrenin oluşumunda rastlantının hiçbir
rolü olmadığı konusunda kuşku kalmamıştır. Çünkü bu engin evren yasaların egemenliğindedir:'
Şu basit bir canlı olan insanın, düşünen ve benliğinin bilincinde olan bir varlık düzeyine yükselişi, yaratıcı bir el
olmaksızın, sadece maddenin evrimi yoluyla ulaşabilecek bir hadise olmaktan çok çok uzaktır.
Doğada belirli bir hedefe yönelimin gerçekliği kabul edildiği durumda, insan bu niteliği ile bir aygıt olmuş olur. Öyle
ise bu aygıtı yöneten kimdir? Çünkü yönetilmediği takdirde onun yararlı bir yönü olmayacaktır. Bilim ne insanın
kimin yönettiğine yorum getirmekte, ne de onu yönetenin madde olduğunu ileri sürmektedir."
Biz Allah'ın insana, kendi nurundan bir kıvılcım verdiğine emin olmamıza yetecek kadar ilerlemiş bulunuyoruz:'
İşte böylece bilim kendi yöntemleri ile materyalizm zindan duvarı içinden çıkmağa başlamıştır. Artık Kur'an-ı
Kerim'in şu ayet-i kerimenin benzerleri ile değindiği özgür ortama açılıyor: "Yo, yemin ederim; gördüklerinize ve
görmediklerinize." Kur'an'da bunun gibi bir çok değiniler vardır. Eğer aramızda; bilim konusunda salih akılcı, din
konusunda ruhi, özgürlük ve gerçek bilgi konusunda bilinçsel ve saygın insan yaratığına uygunluk konusunda bir
dengesizlik varsa halâ Bilim adına iki eli ile aydınlık kapılarını kendisi ve çevresindekilerin üzerine kapatanlar
bulunuyorsa, bilinç ve düşünce konusunda düzeysiz olan biziz!.. (Seyyid Kutub Tefsiri)
40.
Şüphesiz ki o (Kur’an), değerli bir elçinin (Cebrail’in ulaştırdığı) sözüdür.
41.
O, bir şair sözü değildir. Ne kadar da az inanıyorsunuz!
42.
O, bir kâhinin sözü[*] de değildir. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Müşriklerin Kur'an ve Peygamber'e karşı uydurdukları sözler arasında "O şairdir", "O kahindir" ithamları da
bulunuyordu. Bunları yüzeysel bir şüphenin etkisi ile söylüyorlardı ki; dayanakları, bu sözün yapısı açısından insan
sözünden üstün olmasıydı. Sanılarına göre şairin cinlerden bir yol göstericisi olur ona üstün sözü o getirirdi. Kahin
de onun gibi, cinlerle ilişki kuran kişiydi. Ki onlara gizli olan bilgiyi cinler ulaştırıyorlardı. Bu, Kur'an ve
peygamberliğin yapısı ile şairliğin ve kâhinliğin yapısının çok az irdelenmesi ile ortadan kalkacak bir şüphedir...
Şiirde üstün akılcılığa dayanan, güzel tasvir ve çağrışımlara yer veren melodik dokunuşlar elbette vardır. Fakat o,
asla Kur'an'a benzemez, uyumluluk göstermez. Zira aralarında köklü farklılıklar vardır. Kur'an değişmez gerçeklere
dayanan, bütünsel bir bakış açısı getiren, Allah'ın Rabb lığı düşüncesinden doğan, evrene ve hayata hükmeden
olağanüstü bir sistem getirmiştir.
Şiir ise coşkun hislerden ve duygusal varyasyonlardan ibarettir. Hayata hiçbir zaman belirli bakış açısı getirmiş
değildir. Şiir, kızgınlık, üzüntü, içe kapanıklık sevgi ve nefret gibi psikolojik hallere göre etkilenir ve sonuçta da
değişken bakış açılarını dile getirir.
Bu noktadan hareketle Kur'an düşünce sistemini ortaya koymuş, bütününü ve parçalarını yalnızca ilahi kaynaktan
aldığını belirtmişti. Bu düşünce sisteminin tüm parçaları onun insan ürünü olmadığını ifade eder. insan yapısı, bunun
gibi eksiksiz evrensel bir düşünce kompleksini ortaya koymaya müsait değildir. Ondan önce de sonra da insanlar
onun benzeri bir sistem ortaya koymamışlardır. insanlığın, evrenin oluşumu ve işleyişi konusunda ortaya attığı; bu
konuda felsefe, şiir ve diğer düşünce ekollerinde de yer alan düşüncelerin hepsi gözler önünde ve yazılı olarak
bulunmaktadır. Bunlar ile Kur'an'ın düşünce sistemi arasında bir karşılaştırma yapıldığında, bu sistemin apayrı bir
kaynaktan doğduğu ortaya çıkar. Onun, tüm insani çıkarımlarının üstünde eşsiz bir yapıya sahip olduğu farkedilir.
Kahinlik ve ona dayalı konularda da durum aynıdır. Tarih Kur'an'dan ne önce ne de sonra da, herhangi bir kahinin
Kur'an'ın getirdiği gibi değişmez, eksiksiz bir hayat sistemi ortaya koyduğunu kaydetmiştir. Kahinlerden
aktarılanların tümü; kafiyeli sözler, bireysel yetenekler ve süslü uydurmalardan ibarettir.
Kur'an'ın insan ürünü olması mümkün olmayan başka özellikleri de var. Bu Kitap da zaman zaman onların bir kısmı
üzerinde durduk. insanlık O'ndan önce de sonra da onların benzerlerini ortaya koyamadı. Kapsamlı, duyarlı, latif
bilgiyi dile getirmede de aynı başarısızlığa uğradı. Kur'an'ın sunduğu şu eşsiz anlatıma kulak veriniz:
"Gayb'ın anahtarları Allah'ın katındadır, onu yalnız O bilir. Mutlaka O'nun bilgisi altında dalından düşen her yaprak,
yerin karanlık derinliklerindeki her tane, yaş-kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır." (En'am; 59) veya buna;
"Allah yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız olun O sizinle beraberdir. Allah
yaptıklarınızı görmektedir."(Hadid; 4), ya da şuna: "Onun bilgisi dışında hiçbir dişi ve hamile kalabilir, ne de
doğurabilir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve kısa ömürlülerin az yaşamaları kesinlikle bir kitapta kayıtlıdır. Hiç
kuşkusuz bu Allah için kolay bir iştir." (Fatır; 11)
Kur'an'dan önce de sonra da, bu evreni elinde tutan güce bu ölçüde dikkat çeken başka bir eser görülmemiştir:
"Gökleri ve yeryuvarlağını dengede tutarak yörüngelerinden çıkmalarını önleyen sadece Allah'tır. Eğer onlar
yörüngelerinden çıkacak olsalar onları O'ndan başka kimse dengeye getiremez:' (Fâtır; 41)
Kur'an'ın; hayatın evrende yaratıcı güç eliyle oluşturulması ve hayatı kuşatan planlanmış, güdümlü evrensel
uyumluluklara ilişkin şu dikkat çekişi karşısında da insanlık aynı durumda kalmıştır:
"Tohumu ve çekirdeği çatlatan Allah'tır. O ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Nasıl olur da bu
gerçeği görmezlikten geliyorsunuz?"
"Sabahı açtıran O'dur. O geceyi dinlenme zamanı, güneş ile ayı zaman ölçme birimi yaptı. Bu, üstün iradeli ve her
şeyi bilen Allah'ın düzenlemesidir."
"O ki, karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu şaşırmayasınız diye size yıldızları kılavuz yaptı. Biz bilenler için
ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık: '
"O ki, sizi bir tek nefisten oluşturdu. Arkasından sizin için bir barınma ve bir geçiş yeri belirledi. Biz anlayanlar için
ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık."
O ki, gökten suyu indirdi. Her çeşit bitkiyi bu su aracılığı ile ortaya çıkardık, her bitkiden yeşil sürgün çıkardık, bu
yeşil sürgünden taneleri üstüste binmiş başaklar, hurma tomurcuğundan yere sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin
ve nar çıkarırız. Bu meyvaların kimi birbirine benzer, kimi de benzemez. Bunların meyvalarına bir hamken ve bir de
olgunlaşınca bakınız. Hiç kuşkusuz müminlerin bunlardan alacakları birçok ibret dersi vardır: '
Kur'an'da evrenin yapısı ile ilgili bu tür dokunuşlara canlı bir anlatımla yer verilmiştir. insanların Kur'anın kaynağının
anlaşılması için yeterlidir. Kitabın özüne ilişkin başka belirtiler veya onlara eşlik eden değiniler bir kenara bırakılsa
da...
Dolayısıyla O'nun haklılığına ilişkin kuşkular boş ve yüzeyseldir. Kur'an tamamlanmamış, birkaç ayet veya birkaç
sûreden başka birşey inmemiş de olsa, üzerindeki bu özel ilahi damga ve yapısındaki eşsiz kaynağın işareti
görülecektir...
Kureyşin ileri gelenleri, zaman zaman konuyu düşünüyor, şüpheye düşüyorlardı. Ama bu onların kör, sağır ve hain
olmalarındandır. O'nunla doğru yolu bulamadıklarında da eski bir uydurmadır deyip geçiyorlardı.
Peygamberimizin hayatına ilişkin tarih kitapları, Kureyş ileri gelenlerinin tutumlarının öyküsüne çokça yer veriyor.
Onlar kendi kendilerine bu kuşkuyu irdeliyor, sonrada aralarında onu çürütüyorlardı.
Onların bu durumlarıyla ilgili tarihçi ibn ishak; Velid b. Muğîre, Nadr b. Hâris ve Utbe b. Rebî'a'dan aktarmalar
yapmıştır. Velîd b. Muğîre'den naklettiği haber şöyledir:
"Bir grup Kureyşli Velid b. Muğîre'nin yanında toplanmışlardı. O en yaşlıları idi. Zaman hac mevsimi idi. Velîd onlara:
Ey Kureyşliler, hac mevsimi geldi, bu mevsimde arap kabileleri size gelecek, bu arkadaşınızın durumunu da işitmiş
bulunuyorlar. O'na karşı bir tek görüşte birleşin, ayrılık göstermeyin ki, kiminiz kiminizi yalanlar, kiminiz kiminizin
görüşünü reddeder duruma düşmiyesiniz dediğinde; Onlar: Ey Abd Şems! Sen bize bir görüş belirle de onu
söyliyeyim." karşılığını verdiler. Velîd: "Hayır, siz söyleyin dinliyorum" dedi. Onlar: "Kâhindir" diyelim dediler. Velid:
Hayır, Allah'a yemin olsun O bir kâhin değil; kâhinleri gördük, O'nun söyledikleri kâhinlerin çığlıkları ve kafiyeli
sözlerinden değil karşılığını verdiğinde onlar: Öyle ise delidir diyelim dediler. Velid: Hayır, O'nda görülen delilik
değil, deliliği gördük onu biliriz; O'nun söyledikleri deliliğin sayıklamaları, saçmalamaları ve vesvesesi türünden
değil, karşılığını verdi. Onlar: Öyle ise, şairdir diyelim dediler. Velid: O bir şair sözü değil; şiiri tüm türleri ile biliriz,
o şair değil dedi. Onlar: Öyle ise, sihirbazdır diyelim dediler. Velid: O bir sihirbaz değil; sihirbazları ve sihirlerini
gördük, Onunkisi, sihirbazların üfürme, düğüm atmalarından değil dedi. Onlar: Öyle ise, ne diyelim? Ey Abd Şems
dediler. Velid: Allah'a yemin olsun sözünde bir tatlılık var, kökü çatallı, dalları meyvelidir. Siz O'na ilişkin ne
söyleseniz batıl olduğu mutlaka anlaşılacaktır. O'nun durumuna ilişkin en uygunu: `O bir sihirbazdır; bir söz getirdi,
o büyü olup;kişiyi babası, kardéşi, karısı ve akrabalarından ayırmaktadır" demenizdir dedi. Bunun üzerine dağıldılar.
Ardından şehrin giriş yollarını tutarak şehire giren herkesi uyarmaya ve Peygamberin durumunu saptırmaya
koyuldular."
Nadr b. Haris'ten nakledilenler ise şunlar:
"Ey Kureyşliler; Allah'a yemin olsun size öyle birşey indir diki siz bir daha kesinlikle onu elde edemezsiniz.
Muhammed aranızda genç bir delikanlı idi, en çok O'ndan memnundunuz, aranızda en güvenilir, en doğru sözlü
kişiydi. Ama onun yanaklarında yaşlılık izini gördüğünüzde ve yanındakilerle size geldiğinde ona "Sihirbazdır"
dediniz. Hayır, Allah'a yemin olsun O bir sihirbaz değil. Biz büyücüleri onların, üfürmelerini ve düğüm atmalarını
gördük. Kâhindir dediniz. Allah'a yemin olsun O bir kahin değil; kâhinleri ve dengesizliklerini gördük, latifeli sözlerini
işittik. Şairdir dediniz. Allah'a yemin olsun O bir şair değil; şiiri gördük ve tüm türlerini dinledik. Delidir dediniz.
Deliliği de gördük. O'nda deliliğin bağırıp çağırması, sağa sola saldırması ve anormal hareketleri yok. Ey Kureyşliler,
durumunuzu düşünün, Allah'a yemin olsun size büyük bir şey inmiştir."
Nadr'la Utbe'den gelen rivayetler arasında hemen hemen örtüşme var. Belki de aynı olay bir kere birine, bir kere de
diğerine nisbet edilmiştir. Fakat biz; Kureyş'in ileri gelenlerinden, iki kişinin benzer bir ortamda, Kur'an karşısındaki
hayranlıklarını dile getirişlerinde sözlerinin benzerlik gösterebileceğini, uzak bir olasılık olarak görmüyoruz.
Utbe'nin hâlini bu cüzdeki Kalem suresinin giriş bölümünde anlattık. Muhammed ve getirdiği söz karşısında O'nun
tutumu da Velîd ve Nadr'ın tutumlarına yakındır.
Sonuç olarak görülüyor ki; sihirbazdır veya kâhindir sözleri; kimi zaman hileli bir kurnazlık, kimi zaman da
dayanaksızlığı açık bir şüpheden başka bir şey değildir. Durum; irdeleme ve düşünmenin daha başlangıcında,
karışıklığa meydan vermeyecek ölçüde açık olup; bildikleri ve bilmediklerine yemini gerektirmemektedir. Çünkü o,
saygın bir peygamberin sözüdür. Ne bir şair ne de bir kâhin sözü olmayıp, âlemlerin Rabbi tarafından indirilen bir
sözdür. (Seyyid Kutub Tefsiri)
43.
O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir!
44.
Eğer o, (Muhammed), bazı laflar uydurup bize iftira etseydi,
45.
o’nu sağ elinden yakalardık;
46.
Ve şah damarını keserdik;[*]
Mâna şöyledir: Eğer elçi, kendisine söylemediğimiz bir sözü bizim
söylediğimizi iddia ederse, -kralların, kendileri adına yalan uyduranları hışım
ve intikamla çarçabuk öldürdükleri gibi- onu kesinlikle ölüme mahkûm ederdik! Onun öldürülmesi, daha korkunç olması için, sabran öldürme şeklinde
tasvir olunmuştur ki bu, kişinin elinden yakalanıp boynunun vurulmasıdır.
Âyette sol el değil özellikle sağ el zikredilmiştir; çünkü cellat, öldüreceği kişinin kafasına vurmak isterse onu sol elinden yakalar. Eğer göstere göstere
kılıçla onun boynunu vurmak isterse -ki kılıcı göre göre öldürüleceği için, bu
ona daha ağır gelir- onu sağ elinden yakalar. Buna göre, ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ ifadesi nasıl -açıkça- le-kata‘nâ vetînehû (onun şah damarını koparırdık) anlamına geliyorsa, لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ ifadesi de le-eheznâ bi-yemînihî (onu sağ elinden yakalardık) anlamında olur. el-Vetîn, kalbin ana damarı yani şah damarı demektir
ki o koparıldığı zaman sahibi derhal ölür. (Zemahşeri Tefsiri)
47.
Sizden hiçbiriniz de buna engel olamazdı.
48.
Doğrusu o (Kur'an), takvâ[*] sahipleri için bir öğüttür.
Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)
49.
Hiç kuşkusuz içinizden onu yalan sayanlar bulunduğunu da biliyoruz.
50.
Kur’an, kendini ayetlere kapatan bu kişilerin de yalanını ortaya çıkarır.
51.
Çünkü o, kesin gerçektir.
52.
Öyleyse sen, Rabb’inin o pek büyük
adını anarak Onu tesbih et!