FELÂK / KARANLIĞI YARMA/ SURESİ

İniş Sırası: 20 • Mushaf Sırası: 113 • Mekki Sure • 5 Ayettir

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. De ki: “Felak'ın[*] Rabb'ine sığınırım.

Felak, sözcük olarak “yarıp çıkaran” demektir. Bu yarılmayı karanlığı yaran aydınlıkla sınırlamak doğru değildir. Felak'ın Rabb'ı isim tamlaması olarak, evrende karanlığı yaran aydınlık da dâhil olmak üzere, bitki, toprak, hücre, kısacası üreyerek, yarılarak, bölünerek çoğalan, değişikliğe uğrayarak yenilenen ne varsa onların tamamının programlayıcısı, düzenleyicisi demektir. (Erhan Aktaş Tefsiri)

***

Felak; bölme veya bölünen şey anlamındadır. Bölme, Allah’ın yaratma kuralıdır. Biyolojide buna, mitoz ve mayoz bölünme denir. Bir âyet şöyledir: “Daneleri ve çekirdekleri bölen Allah'tır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Buna rağmen yanlışa nereden sürükleniyorsunuz?”(En’âm 6/95) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

2. Yarattığı şeylerin şerrinden.[*]

Allah’ın fiilleri özünde hayırdır. Bu yüzden şer, Yaratan’a değil yaratılana isnat edilmiştir. Buna rağmen şer yaratılanın cevherinde olan bir şey değildir, ona ârız olan bir şeydir. Zira şer esasen görecedir. Yaratılanı mâ hulika lehine (yaratılış amacına) uygun kullanmada şer yoktur, onu yanlış kullanmak şerre yol açar. Parçada şer görünen, bütünde hayır görünür. Kulun baktığı yerden şer görünen, Allah’ın bak dediği yerden hayır görünebilir. Yaratılanın şerri, kişinin zifiri bir gecede duyduğu korkuya benzer; aslında bu korkunun gerçek gerekçesi gece değil, bilinmezlik, yani cehalettir. Bir sonraki âyet de zaten bu örneği verir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

3. Çöküp etrafı kapladığı zaman karanlığın[*] şerrinden.

Ğask, “karanlıkla dolup taşmak” kökünden. Gariptir ki İbnu’l-Enbarî, Türk lisanından geçtiğini rivayet eder (el-Ezdâd). “Kokuşmuşluk, zehirlilik, buz gibi olmak, şiddet” kelimenin anlam alanına dahildir (Zeccâc ve İbn Fâris). Gece, bilinmeyen ve görünmeyenden duyulan korku ve endişeyi artıran unsurdur (Kurtubî). İlk muhataplar geceyi öylesine öcüleştirdiler ki, onu bir tür “şer ilâhı” gibi görmeye başladılar. Dinlenme vakti olarak insana Allah’ın ikram ettiği geceye şer ilâhı rolü yüklemek, hiç şüphesiz akıl ve iradeyi bastıran cehalet karanlığının şerrine maruz kalmaktır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

***

غَاسِقٍ Ğasiq, üşüten anlamındadır.(Lisan’ul-arab) Gecenin en soğuk ve en uzun bölümünü ifade eder. Bu vakitte Güneş ışınlarının etkisi kalmamış, yatsı vakti çıkmış (İsrâ 17/78) ve canlılar için dinlenme zamanı gelmiş olur. “Bastırdığı zaman” ifadesi, vaktin başını gösterir. Bu vakitten sonra kimsenin yanına izinsiz girilemez. İlgili âyet şöyledir: “Müminler! Ellerinizin altında olan esirler ile henüz ergenlik çağına girmemiş çocuklarınız üç vakitte; sabah namazından önce, öğle vaktinde soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman izin istesinler. Bunlar, açık olabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitler dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de onlara da bir günah yoktur. Allah size ayetlerini böylece açıklar. Allah bilir, doğru karar verir.” (Nûr 24/58)

Bu ayetlerin gereği olarak Nebîmiz, yatsıdan önce uyumaktan ve yatsıdan sonra konuşmaktan hoşlanmazdı. (Buhari, Ezan, el-Kıraetu fî’l-fecr 104; Müslim, el-Mesâcid ve mevâdi’us-salah, 235 – (647) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

4. İlişkilere[1*] fesat karıştıranların[2*] şerrinden.

[1*]İlişkiler diye meal verdiğimiz kelime ukde (العقدة)nin çoğulu ukad (الْعُقَدِ) dır, sağlam kurulan her türlü ilişkiyi ifade eder. Tarafları bağlayan nikah bağına “ukdet’un-nikah, satış sözleşmesine ukdet’ul-bey, karlı iş ilişkisine de el-ukde denir. (el-Ayn)

[2*] en-Neffâsât = النَّفَّاثَاتِ’a, en-nüfus’un neffâsât= النفوس النَّفَّاثَاتِ anlamı verilmiştir. Nefs = نفث bir şeyin ağızdan çıkmasıdır. (Mekâyîs) İnsanlar arası ilişkiler, bir takım sözlerle bozulur. Bunu yapanlar, genellikle yalan söylerler. Onları tanımak zor olduğu için şerlerinden Allah’a sığınmak gerekir. Konu ile ilgili âyetlerden bir kısmı şöyledir: “Yalancıları dikkate alma! Çok isterler ki sen onlara yağcılık edesin, onlar da sana yağcılık etsinler. Yemin edip duran alçakların hiçbirini dikkate alma! Arkadan çekiştirenleri, söz getirip götürenleri, iyiliği engelleyen, saldırgan, günaha düşkün, saygısız, daha da ötesi şımarık olanları önemseme!” (Kalem 68/8-13)

İlişkilere fesat karıştıranların en tehlikelileri, doğru şeyi, yanlış yerde kullanıp farklı bir algı oluşturmaya çalışanlardır. Buna Türkçe’de büyüleme, Arapça’da sihir denir. Sihir, bir şeyi olduğundan farklı gösterme, aldatma, oyalama ve hiledir. (Lisânü’l-Arab). Musa aleyhisselama karşı yapılan ve Allah Teâlâ’nın “büyük bir sihir” diye tanımladığı şey de böyle bir kurguydu. İlgili âyetler şöyledir:

“Onlardan (o elçilerden) sonra Musa’yı âyetlerimizle Firavun’a ve onun itibarlı kişilerine elçi gönderdik. Ancak onlar âyetler karşısında yanlış yaptılar. Şimdi bak bakalım, o bozguncuların sonu nasıl olmuş? Musa şöyle dedi: “Ey Firavun! Ben, varlıkların Sahibi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Benim görevim, Allah hakkında sadece gerçeği söylemektir. Rabbinizden (Sahibinizden) size bir belge de getirdim. Artık İsrailoğullarının benimle birlikte gelmelerine izin ver.”

Firavun dedi ki: “Bir belge getirdiysen göster; tabii doğru sözlü biri isen.” Musa değneğini yere attı; anında açıkça bir yılan oluverdi. Elini çıkardı, bakanlar için bembeyaz oluverdi. Firavun’un halkından itibarlı kişiler dediler ki “Bu gerçekten işini bilen bir sihirbaz!” (Firavun etrafındakilere dedi ki:) “Sizi ülkenizden çıkarmak istiyor; ne emredersiniz?”

Dediler ki “Onu ve kardeşini alıkoy ve şehirlere adamlar gönder, işini bilen sihirbazların hepsini alıp sana getirsinler.” Büyücüler Firavun’a geldiler, dediler ki “Galip gelen biz olursak elbette bir ödülümüz olacak değil mi?” “Evet” dedi, “Üstelik benim yakın çevremde olacaksınız.”

Dediler ki “Musa! Sen mi atarsın, yoksa önce biz mi atalım?” Musa: “Siz atın!” dedi. Atınca insanların gözlerini boyadılar. Onları dehşete düşürdüler. Büyük bir sihir meydana getirdiler. Musa’ya: “Sen de değneğini at” diye vahyettik, o da (insanları) kandırmak için yaptıkları şeyleri ustaca yutuverdi. Böylece gerçek ortaya çıktı ve yaptıklarının gerçek dışı olduğu belli oldu.” (Araf 7/103-120)

Bu âyetlerde ve daha bir çok âyette sihrin gerçek dışı bir algı yönetimi olduğu açıkça anlatıldığı halde Aişe validemize dayandırılan bir rivayette bir Yahudi’nin Nebîmize sihir yaptığı, onun da yapmadığı bir şeyi yaptığını sanacak hale geldiği iddia edilir. (Buharî, Tıbb 47,49,50, Cizye 14, Edeb 56; Müslim, Selam 43-2189). Zeyd b. Erkam’a dayandırılan rivayette ise sihir yüzünden günlerce hasta olduğu, Cebrail’in gelerek: "Düğümü falanca yahudi kuyuya attı" dediği, Nebîmiz’in de Ali’yi (ra) oraya gönderdiği, düğümü kuyudan çıkarıp çözünce Nebîmizin bağdan kurtulmuş gibi rahatladığı iddia edilir. (Nesâi, Tahrim 20, (7,112-113)

Bu rivayetlerin doğru olma ihtimali yoktur. Çünkü Allah Teala şöyle buyurur: “Seni dinledikleri sırada neye kulak verdiklerini iyi biliriz. Aralarında fısıldaştıkları sırada da yanlışlar içindeki bu kimselerin: “Peşinden gittiğiniz sihirlenmiş bir adamdan başkası değildir” dediklerini de iyi biliriz. Baksana seni nelere benzettiler de sapıttılar. Artık bunlar bir çıkış yolu bulamazlar.” (İsra 17/47-48)

Tefsir ve meallerin çoğunda Felak suresi 4. âyete, “Düğümlere üfleyip tüküren büyücü kadınların şerrinden” şeklinde meal verilerek sihrin gerçekliğinin olduğu iddia edilir. Bu gibi şeyler müslümanların, Kur’an’a ters düşerek nasıl savrulduklarının göstergelerindendir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

5 Bir de kıskandığı zaman hasetçinin[*] şerrinden (Allah'a sığınırım)!

Hased, Allah'ın bazı kullarına verdiği nimete karşı kişinin içten tepki göstermesi ve o nimetin onun elinden alınmasını dilemesidir. İsterse hased eden adam bu iç tepkisinden sonra kin ve öfkenin etkisiyle o nimetin yok edilmesi için bir çaba sarf etsin isterse iç tepkisinin sınırında dursun farketmez. Hased bu türden iki tepkiyi doğurmakta ve onlara zemin hazırlamaktadır.

Biz, bu kainatın sırları, insanın iç aleminin sırları ve insan vücudunun sırları konusunda bilemediğimizi inkar etme noktasında ihtiyatlı hareket etmek zorundayız. Bilemediğimiz bu sırlardan kaynaklanan pek çok olaylar meydana gelebilir ve bu güne kadar da biz onların sırlarını çözememiş, gerçek mahiyetini anlayamamış olabiliriz. Mesela insanın uzaktaki bir insanla telepati yoluyla haberleşmesi, birbirinden uzak olan kişilerin bu vasıta ile iletişim kurmaları, sırrını çözemediğimiz olaylardan biridir. Tevatür haline gelen bunca haberlerin ve onun meydana geldiğini gösteren onca deneyimlerin gerçekliğinde şüpheye yer bırakmadığı ilişkiler ve iletişimlerdir. Fakat biz bu ilişkileri elimizdeki bilgilerle çözme imkanına sahip değiliz. İpnotizma ile uyutma olayı da bunun biridir. Bu olay da sırrı ve keyfiyeti çözülmemesine rağmen artık defalarca tekrarlanmış, deneylerle ispat edilmiş bir konudur. Telepati ve ipnotizma dışında bu evrenin, insan vücudunun ve insan ruhunun daha buna benzer nice sırları vardır.

Buna göre kıskanç adamın hased etmesi ve içinde belli bir tepkiyi, kıskanılan adàma yönelttiği zaman bu yöneltilen eylemin; elimizdeki bilgi ve deneyimlerin bu etkinin sırrına ve keyfiyetine ulaşmadığını ileri sürerek onun tesirini inkar etmemize yol açmaz. Zira biz bu sahadaki gerçeklerin ancak çok az bir kısmını bilebiliriz. Bu bildiklerimizde çoğu zaman tesadüf yolu ile sırrını çözdüğümüz olaylardır. Zamanla bu öğrendiklerimiz somut bir gerçek olarak yerleşmeye başlamaktadır.

Buna göre hasette de, kendisinden Allah'a sığınılmasını ve ondan Allah'ın himayesine girilmesini gerektiren bir kötülük vardır.

Yüce Allah, rahmeti ve lütfu ile bizzat kendisi peygamberini ve O'nu izleyen ümmetini bu kötülüklerden kendisine sığınmaları için yönlendiriyor. Şurası da kesindir ki onlar bu direktife uygun olarak kendisine sığındıklarında Allah onları korur. Bu kötülüklerin genel ve özel tüm şerlerinden onları muhafaza eder. Buhari; -kendi senediyle- Hz. Aişe'den Hz. Peygamberin şöyle bir halini rivayet etmektedir: "Hz. Peygamber her gece yatağına girdiğinde avuçlarını birleştirir, içlerine üfler ve İhlas, Felak ve Nas surelerini avucunun içine okur, sonra ellerini vücudunun ulaşabildiği her tarafına sürerdi. Önce başından ve yüzünden başlar, vücudunun ön taraflarını sıvazlardı ve bunu üç kere tekrarlardı:' Bu hadisi Sünen yazarları da bu şekilde rivayet etmişlerdir. (Seyyid Kutub Tefsiri)