BELED / KENT SURESİ

İniş Sırası: 35 • Mushaf Sırası: 90 • Mekki Sure • 20 Ayettir

1525 yılı ile 1866 yılı arasında tahmini olarak 12 buçuk milyon insan köle olarak Afrika'dan gemilerle Avrupa ve Amerika'ya götürüldü. Kölelik her ülkede suç olsa da dünya üzerindeki bugünkü köle sayısı tarihte hiç olmadığı kadar yüksektir. Dünya'da tahmin edilen 30 milyon köle varken Tayland’da ve Rusya'da tahmin edilen köle sayısı 500 bin, Pakistan'da 2 milyon, Çin'de 3 milyon, Hindistan'da ise 14 milyon civarındadır.

Ona iki göz vermedik mi? Bir dil ve iki dudak? Ona iki de yol gösterdik. Fakat o sarp yokuşu aşmaya girişmedi. Bilir misin nedir o sarp yokuş? Sarp yokuş: bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır! Kıtlık zamanında yemek yedirmektir; Akrabalığı olan bir yetime ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşküne. (Beled 8-16)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Yemin ederim bu kente![*]

Buradaki "Belde" Mekke'dir. Yüce Allah'ın saygın evidir. Yeryüzünde insanlar için, toplantı yeri ve güvenli bir sığınak olmak üzere kurulan ilk evdir. Herkes orada silahını bir yana koyar, çekişmelerini ve düşmanlıklarını unutur ve barış içinde biraraya gelir. Birbirlerinin kanını, malını, ırzını dokunulmaz kabul ederler. Nitekim bu evin kendisi, ağacı, kuşu ve orada yaşayan her canlı da dokunulmazdır. Ayrıca bu ev, Hz. İsmail'in arapların ve tüm Müslümanların atası olan Hz. İbrahim'in evidir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

2. Sen de bu kentte oturmaktasın.
3. Ve doğurana ve doğurduğuna[*] da yemin olsun ki,

Üstad Muhammed Abduh'un "Amme Cüzü" isimli tefsirinde bu surenin açıklamasını yaparken tam bu noktada, hem bu surenin ruhu ile ve hem de bizim tefsirimiz olan "Fi zılali'l-Kur'an"ın ruhu ile uyuşan çok hoş işaretleri ve nükteleri vardır. Şimdi o nükteleri buraya aktarmak istiyoruz. Rahmetli Üstad tefsirinde diyor ki:

"Sonra yüce Allah, doğuran ve doğan üstüne yemin ederek, dikkatlerimizi birçok hikmetlere çekiyor. Dünyaya geliş aşamalarından "doğup çoğalma" merhalesinin ne kadar yüce olduğuna, ondaki saklı olan sonsuz hikmetlere, yaratma sanatının mükemmelliğine, hem doğuranın ve hem de doğanın dünyaya gelmenin başlaması ve yeni doğan yavrunun olgunluğa erişmesi ve onu kendisi için planlanan gelişmenin son sınırına ulaştırmak uğruna nelere katlandıklarına, dikkatlerimizi çekiyor."

"Bir bitkiyi düşünelim. Gelişme aşamalarında bir tohum, nelerle boğuşur. Atmosferin etkilerine göğüs gerer. Çevresinde bulunan elementlerden gıdaları emmeye çalışır. Sonunda dallı-budaklı bir ağaç olur. Kendisi gibi tohum ya da tohumlar vererek kıvama gelir. Ve hoş manzarası ile kainatı süsler. İşte bir tohum bu aşamaya gelmek için ne çilelere göğüs gerer! Şimdi, bu söylenenleri aklımızın bir köşesine koyup, bitkiler dünyasından, hayvanlar ve insanlar alemine eğilirsek, doğuran ile doğan canlının daha büyük çilelere katlandıklarını görürüz. Ve her iki canlı dünyasının kendi türünü koruma uğruna ve şekilleri ile kainatın güzelliğini saklamak için çok daha fazla çilelere ve meşakkatlere katlandıklarını görürüz: ' Yüce Allah insan denen yaratığın hayatında değişmez bir gerçeği pekiştirmek, üzerine dikkat çekmek için "doğuran ve doğan" üstüne yemin ediyor.

"Biz insanı birtakım zorluklar, zahmetler ve sıkıntılar içinde yarattık." Biz insanoğlunu, bitip tükenmez, meşakkat, sıkıntı, çaba, çile, mücadele ve uğraşı ile meşgul olmak üzere yarattık. Nitekim yüce Allah başka bir surede buyurur: "Ey insan! Sen Rabbin için çalışıp çabaladın, artık O'na-kavuşmaktasın." (İnşikak Suresi, 6)

Ana rahmine düşen ilk hücre, orada bomboş, hareketsiz olarak durmaz. Aksine hemen -Rabbinin izni ile orada yaşayıp beslenmek için kendine uygun ortamı hazırlamak uğruna çalışıp çabalamaya, uğraş vermeye başlar. O karanlık dünyadan çıkış kapısına ulaşıncaya kadar bitip tükenmeyen bir uğraştır bu. Ardından annenin çektiği doğum sancısının yanında, yavrunun bizzat kendisinin de aynı sancıdan neler çektiğini Allah bilir. Ana rahmindeki bu çocuk dünya ışığını görür görmez öyle bir basınç ve itilme ile karşılaşır ki Rahim denilen o küçücük alemin kapısından çıkarken neredeyse boğulacak gibi olur.

İşte bu andan itibaren en yorucu çaba ve en acı çile başlar. Çünkü ana rahmindeki bu çocuk şimdi hiç alışık olmadığı havayı teneffüs etmeye başlar. ilk kez ağzını ve ciğerlerini açar. Çığlıklar içinde nefes Alıp vermeye başlar. Bu çığlıklar sanki dünya hayatının başlangıcının çilelerinin işaretlerini verir gibidir! Sindirim sistemi ve kan dolaşımı daha önce alışılmayan bir biçimde çalışmaya başlar. Barsakları bu yeni reaksiyona alışıncaya dek gıda artıklarını dışarı çıkarmak için neler çeker! Bundan sonra attığı her adım çile, yaptığı her hareket yorgunluk üstüne yorgunluk, bitkinlik üstüne bitkinliktir. Emeklemek isteyen, yürümeye çalışan bir çocuğu izleyen onun bu basit hareketleri yapmak için ne çileler çektiğini kendi gözleri ile görür.

Dişleri çıkarken çile, ayakta dengede durmak ayrı bir zahmettir. Düşmeden adım atması meşakkat, öğrenmesi yorgunluk, düşünmeyi öğrenmesi ayrı bir çiledir. Yani her yeni tecrübesi emeklemek ve yürümek gibi ayrı bir çiledir.

Daha sonra yollar ayrılır, zahmetler çeşitlenir. Kimi kas gücü ile yorulur. Kimi zihin gücü ile didinir durur. Kimi ruhu ile çaba harcar, kimi bir lokma ekmek ve bir hırka giymek için ter döker. Kimi binini ikibin, yapmak onbin'ini yüzbine çıkarmak için didinir durur. Kimi makam ve mertebe için kendisini parçalar. Kimi de Allah yolunda yorulur. Kimi de şehvet ve arzu peşinde koşar. Kimi inanç sistemi ve islam davası için ter döker. Kimilerin yorgunluğunun sonu cehennemdir. Kimilerinin ki ise cennettir. Kısacası herkes yükünü omuzuna almış taşımaktadır. Herkes Rabbine giden yolda basamak basamak çilelere göğüs gererek yükselmektedir ve en sonunda da Rabbine kavuşacaktır herkes. Orada en büyük acı günahkârların, en muazzam rahatlık da mü'minlerin olacaktır.

Doğrusunu söylemek gerekirse, dünya hayatının yapısı yorgunluktur. Şekli ve nedenleri değişebilir ama son tahlilde hepsi de yorgunluktur. Zararlıların en zararlısı dünyanın yığın yığın çilelerine katlanan, sonunda ise çektiği çilelere karşılık öbür dünyada en yorucu ve en acı felaketlerle karşılaşan kimsedir. Bahtlıların en bahtlısı ise Rabbine giden yolda zâhmetlere ve çilelere göğüs gerip yorulan, sonunda ise, kendisinden öbür dünyanın meşakkatlerini Alıp götürecek iyi amellerle Rabbine kavuşan ve yüce Allah'ın gölgesi altında kendisine en büyük rahatı sağlayacak, salih amellerle O'na ulaşan mü'mindir.

Üstelik bizzat dünyada çeşitli yorgunluk ve zahmetlere birtakım mükafatlar verilmektedir. Kuşkusuz değerli bir iş için çaba harcayan değersiz bir iş için yorulan kimse ile bir değildi. Bunların ikisi, zihin rahatlığı açısından, bağışlamak için gönül hoşnutluğu duymak bakımından ve fedakarlıktan rahatlık duymak yönünden bir değillerdir. Toprağa bağımlılık yükünden arınmış olan, ya da bu yüklerden kurtulmak için bağımsız olmak üzere çalışıp çabalayan kimse ile, çamura dalmak ve haşere ve kurtlar gibi yeryüzüne yapışmak için didinen kimseler elbette bir değildir. Bir dava uğruna ölenle, şehvet uğrunda ölen tabii ki bir değildir. Birinin karşılaştığı zorluğu ve yorgunluğu algılaması ile öbürünün algılaması ve değerlendirmesi asla aynı değildir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

4. Biz insanı, bütün zorlukları göğüsleyecek güçte yarattık.
5. Kimsenin ona sınır çizemeyeceğini mi sanıyor![*]

Meşakkat içinde yaratılmış olan ve hiçbir zaman çilelerden ve zorluklardan kendisini kurtaramayan şu "insan" doğrusu gerçek durumunu unutuyor, yaratıcısının kendisine vermiş olduğu güce, kuvvete, zevke ve nimete aldanıyor. Bunun sonucu olarak, yaptıklarından dolayı hesaba çekileceğini hesaba katmayan insanlar gibi hareket ediyor. Güçlü bir yaratıcının kendisine üstün gelip, yaptıklarının hesabını soracağını hiç beklemeyen kimseler gibi davranıyor. Çizgiyi aşıyor, şımarıyor, onun bunun malını Alıyor, topluyor biriktiriyor, Allah'a itaat etmiyor, günah işliyor. Hem de hiç korkmadan ve sıkılmadan... İşte kalbi imandan yoksun olan insanın niteliği bunlardır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

6. Bir de “Yığınla mal harcadım[*]” diyor. [*]

 Birçok insana doğrular anlatılınca yanlışlarına daha fazla sahip çıkar. (Bakara 2/170, Maide 5/104, Lokman 31/21-23, Zuhruf 43/20-23) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

7. Yoksa o, kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor?[*]

Zımnen: “Allah’ın görmediğini mi?” Bir sonraki âyetle birlikte: “Kendisi yaratılmış olduğu halde görüyor da Allah yaratan olduğu halde görmüyor, öyle mi?” İlk muhatapların Allah inancının nasıl kırılgan olduğunun vurucu bir ifadesi. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

8. Ona iki göz vermedik mi?
9. Bir dil ve iki dudak?[*]

Zımnen: Hakikati itiraf etsin diye gerekli olan tüm araçlarla donattık. Konuşmada dil dudaksız dudak dilsiz işe yaramaz. Bu üç âyette görme ve konuşma duyuları dile getiriliyor. Zımnen: Hakikati görmeyen kör ve dilsizdir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

10. Ona iki de yol[*] gösterdik.

النَجْدُ yükseltilmiş apaçık yol anlamına gelir. (el-Kamus) Her insan, hangi yolun doğru, hangisinin yanlış olduğunu, kendi bilgisi ve vicdanıyla anlar ve bilir. Onun açısından her ikisi de apaçık ve bellidir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

11. Fakat o sarp yokuşu aşmaya girişmedi.[*]

İşte, imanın desteğine dayananların dışında hiç kimsenin aşamadığı sarp yokuş bu yokuştur. İnsan ile cennet arasına dikilen yokuş budur. İnsan bu yokuşu bir aşabilse cennete varırdı. Bu sarp yokuşun böylece sunulması çok güçlü bir teşvik oluşturmakta ve insan kalbini coşturmakta ve o yokuşu aşabilsin diye harekete geçirmektedir. Bu yokuş açıklanmış, insanla bu muazzam kazancın arasına giren engel olduğu bildirilmiştir. "Fakat o zor geçidi aşmaya erişmedi" İfade, teşvik, coşturma ve ileriye doğru itme havası var.

Arkasından bu işin ne derece muazzam ve büyük olduğu ifade ediliyor. "O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin?"Maksat sarp yokuşun büyüklüğünü açıklamak değil, yüce Allah'ın katındaki önemini belirtmektir. Yüce Allah'ın bundan hedefi ise, o sarp yokuşu aşmak ve geçmek için ne kadar emek ve çile isterse istesin insanoğlunu buna teşvik etmektir. Sevk etmektir. Çile katmer katmer olacaktır. İnsan sarp yokuşu aşmak için çaba harcadığı zaman, yüce Allah bunun karşılığını kendisine verecek, kendisini yokuşun kucağına atan kimseye, çekmiş olduğu çilelerin karşılığını verecektir. Harcanan çabalar boşa gitmeyecek, ne olursa olsun karşılığı mutlak ve mutlak alınacaktır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

12. Bilir misin nedir o sarp yokuş?
13. Sarp yokuş: bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır! [*]

İktihâm, zor ve meşakkatli bir şekilde girip öteye geçmek demektir. [Bunun kökü olan] el-kuhmetu şiddet anlamına gelir. Sâlih amel “zorlu geçit”, sâlih amel işlemek de bu zorlu geçidi aşmak olarak değerlendirilmiştir; çünkü bunda meşakkatin zahmetini çekme ve nefisle savaşma vardır. Rivayete göre Hasan-ı Basrî, “Vallahi! Zorlu geçit çok zordur; o, insanın kendi nefsiyle, arzularıyla ve düşmanı olan şeytanla savaşmasıdır.” demiştir.

(Nereden bileceksin ki nedir, ‘zorlu geçit’?) âyeti bir ara cümle olup mâna şöyledir: Sen bunun nefse ne kadar ağır geldiğini ve Allah katında ne kadar sevap olduğunu bilmezsin; bunun künhüne varamazsın.

Kurtarmak ise kölelik vb. şeylerden boynu halâs etmektir. Hadiste şöyle geçer: Adamın biri Peygamber’e (s.a.), “Bana, beni cennete sokacak bir amel göster!” demiş. Hz. Peygamber, “Bir canı azat edecek ve bir boynu (esaretten) çözeceksin.” buyurmuş. Bunun üzerine adam, “Bu ikisi aynı şey değil mi?” diye sorunca, Hz. Peygamber, “Hayır! Azat etmek, onu sadece senin kölelikten kurtarmandır; çözmek ise ona kısas [diyeti] ve borç gibi şeylerden kurtarılmasında yardımcı olmandır” buyurmuştur.

Köle azat etme ve sadaka verme en faziletli amellerdendir. Ebû Hanîfe’nin, “Azat etme sadakadan daha faziletlidir.” dediği rivayet edilmiştir. Onun iki arkadaşına2 göre ise sadaka daha faziletlidir. Âyet, azat etmenin sadakadan önce zikrine yer verilmiş olması sebebiyle Ebû Hanîfe’nin görüşüne daha çok delâlet etmektedir. Rivayete göre; yanında fazlalık olarak infak edilecek bir şeyler bulunan bir kişi hakkında; “Onu bir yakınına mı versin yoksa bir köle mi azat etsin?” [diye sorulması üzerine] Şa‘bî (v. 104/722), “Köle azat etmek daha faziletlidir; çünkü Peygamber (s.a.) ‘Kim bir köle azat ederse, Allah da o kölenin her bir uzvuna karşılık o kişinin bir uzvunu cehennem ateşinden azat eder’ buyurdu” diye cevap vermiştir [Bkz. Buhārî, “‘Itk”, 1; Keffârât, 6; Müslim “‘Itk”, 22-25]. (Zemahşeri Tefsiri)

14. Kıtlık zamanında yemek yedirmektir;
15. Akrabalığı olan bir yetime
16. ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşküne.[*]

Bu minval üzere infakta bulunmak, Allah katında fayda verecek, hoşnut kalınan infakın tâ kendisidir; yoksa riya ve övünme uğrunda onca mal tüketmek değil! Zira böylesinin durumu; “Onların şu dünya hayatı uğrunda sarf ettikleri şeylerin durumu; kendi kendine zulmeden bir kavmin ekinine isabet ederek onu mahveden kavurucu bir rüzgârın durumuna benzer.” [Âl-i İmrân 3/117] âyetindeki gibidir. (Zemahşeri Tefsiri)

17. Bir de iman edip, sabrı ve merhameti birbirine tavsiye edenlerden olmaktır.
18. İşte bunlar, (mahşer günü) sağ tarafta olacak olanlardır.
19. Ayetlerimizi görmemekte direnenler de sol tarafta olacaklardır.
20. Cezaları, kapıları üzerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir.