Vahyin ilk ayeti olduğu kabul gören bu ayetteki “ıkra” sözcüğüne “oku” anlamı vermek önemli bir yanılgıdır. Henüz ortada okunacak bir metin olmadığına göre, okumaktan söz etmek doğru değildir. Bu sözcükle ifade edilen şey; sana vahyettiğimiz mesajı, aklında tut, derleyip toparla ve ondan sonra da insanlara duyurmaya, ilan etmeye, ulaştırmaya başla demektir. Ikra, sözcük anlamı olarak esasen “bir şeyleri biriktirip onu dağıtmak, başka yerlere nakletmek” demektir. Bu ayeti, İslam'ın bilgiye verdiği değeri örneklemek için konu edinmek; “İslam'ın ilk emri okudur” türü bir tanımlama yapmak doğru değildir. Zira ayet, okumanın öneminden değil, vahyin insanlara duyurulmasından söz etmektedir. Nasıl ki “ezan okumak”, “türkü okumak” dendiği zaman, okunan bir metinden değil de duyurmaktan, söylemekten söz edilmiş olunuyorsa, ayetteki “ıkra” sözcüğü de duyurma anlamındadır. (Erhan Aktaş Tefsiri)
2.
O, insanı alâktan (embriyodan) yarattı.
3.
Duyur, senin Rabb'in en büyük kerem[*] sahibidir.
Öylesine “cömert” ki O’nun cömertliğinin her bir cömertlikten
fazla oluş bakımından mükemmelliği vardır. O, kullarına hesaba sığmayacak nimetler ihsan etmekte; inkârlarına, nimetlerini yok saymalarına, yasakları irtikâp edip emirleri bir kenara bırakmalarına rağmen onlara karşı teenni gösterip, onları cezalandırmada acele etmemekte; tövbelerini kabul etmektedir. Nice büyük günahlar işlemenin ardından onları affetmektedir! Dolayısıyla O’nun kereminin ne sınırı ne de sonu vardır; “Gerçek/yegâne cömert! (Zemahşeri Tefsiri)
4.
O, kalemle öğretmiştir[*];
Bakara 2/31 âyette şöyle buyrulur: ”Allah,Âdem’e her varlığın ismini (neye yaradıklarını) öğretti,” Bu âyette de kalemle öğrettiği bildirilmektedir. Demek ki, yazıyı öğreten Allah, onu ilk öğrenen de Âdem’dir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
5.
O insana (Adem’e), bilmediği şeyleri öğretmiştir.
6.
Hayır; insan azgınlık eder.
7.
Kendi kendine yettiğini sandığında!
8.
Oysa, herkes eninde sonunda Rabbine dönecektir.[*]
Lafzen, “dönüş (er-ruc‘â) Rabbinedir”. Bu isim, burada iki anlamda kullanılmıştır: “herkes mutlaka hesap için Allah’ın huzuruna getirilecektir” ve “var olan her şey asıl kaynağı olan Allah’a geri dönecektir”. Nihaî analizde, 6-8. ayetlerde ifade edilen düşünce, insanın kendine yeterli olduğu ve dolayısıyla “kendi kaderinin efendisi” olduğu şeklindeki küstahça iddiayı saçma görerek reddeder; ayrıca bütün ahlakî kavramların -iyi ile kötü, doğru ile eğri arasındaki ayrım ölçülerinin- insanın bir Üstün Güc’e karşı sorumluluğu kavramı ile kopmaz şekilde bağlı olduğuna işaret eder: başka bir deyişle, “ahlakîlik” kavramı, böyle bir sorumluluk hissine -ister bilinçli isterse bilinç altında olsun- dayanmadığı zaman bütün anlamını kaybeder. (Muhammed Esed Tefsiri)
9.
Gördün mü şu engelleyeni;
10.
Görevini yapmakta olan[1*] bir kulu[2*]!
[1*] Zeccâc’a (öl. 311 h.) göre salat’ın kök anlamı lüzum =اللزوم yani sürekli yanında olma ve ayrılmamadır. ( Meânî’l-Kur’ân ve İ’râbuh).
[2*] İlk beş âyet dışındakiler daha sonra indiği için bu âyet, Nebîmizi engelleme işinin kısa sürede başladığını gösterir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
11.
Hiç düşünmez misin be adam!
Engellediğin kişi ya doğru yoldaysa!
12.
Yahut, takvayı[*] / kötülüklerden uzak durmayı emrediyorsa?
Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)
13.
Ne dersin, engelleyen kişi yalanlıyor
ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa!
14.
O adam Allah’ın onu gördüğünü bilmez mi?
15.
Hayır, eğer vazgeçmezse, onu alnından[*] tutup sürükleyeceğiz,
Yahut: “perçeminden” -bir kimsenin yakalanmasını ve aşağılanmasını gösteren eski bir Arap deyimi (bkz. 11:56 ve ilgili not 80). Ancak Râzî’nin de işaret ettiği gibi, “perçem” terimi burada perçemin bulunduğu yer yani, alın (nâsiye)’den mecazdır (karş. ayrıca Tâcu’l-‘Arûs). (Muhammed Esed Tefsiri)
16.
o yalancı, isyankar alnından!
17.
Haydi, taraftarlarını çağırsın.[*]
NADİ , halkın danışma v.s. gibi bir şey için konuşmak üzere bir yere toplanmaları mânâsına nedve'den gelir. Nitekim İslâm'dan önce Mekke'de Kureyşin toplandığı parlamento binasına "Darü'n-nedve" denilirdi. Nadi orada ve o gibi yerlerde toplanan heyettir ki eğlence meclisi, meclis, mahfel, kongre, parlamento terimleri gibidir. Yeni Türkçe'de bu gibi büyük toplantılara eski bir terim ile kurultay denilmesi yaygın olduğu için "kurultayını çağırsın" diye tercüme edilmesi zamanımız şivesine daha uygun gelir. Tirmizî'de rivayet olunduğu üzere Ebu Cehil, kurultayca çoğunluğun kendisinin olduğunu söylediğinden dolayı da bu âyetle ona işaret edilmiş ve şu cevapla karşılanmıştır: (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
18.
Biz de zebanileri[*] çağıracağız.
“Cehennem muhafızları” olarak kullanılan zebâni, zâbin, zebine, zibniyye ya da zibniy kelimesinin çoğuludur. Kökeni Adnanî Araplara uzanan Vâ’il kabilesinin bir kolu olduğu belirtilen Benu Zebine oymağıyla da muhtemel bir anlam ilişkisi bulunan zebânî kelimesi, klasik Arapça’da “kolluk kuvvetleri” (surât) anlamında kullanılmıştır. Ayrıca son derece saldırgan ve elinden kaçıp kurtulunması mümkün olmayan insanlar “zebani” diye nitelenmiştir (Lisân ve Kurtubî). Tahrim sûresinin 6. âyetinde bunların Allah’ın görevlendirdiği melekler olduğu ifade edilmektedir. Bu durumda, bu görevlilerin “korkunç, çirkin” değil, “güçlü, kuvvetli” varlıklar olduğu sonucuna ulaşılır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)
19
Asla, ona uyma; secde et[*] ve yaklaş!
Zımnen: Tam bir teslimiyet göster. Secde de teslimiyetin simgesidir. Müstakil rükû yoktur, fakat şükür, dua, tilavet, sehiv secdeleri gibi müstakil secde vardır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)