Âd kavminin kardeşini de an! O, kendinden önce ve sonra uyarıcıların gelip geçtiği Ahkaf’ta, toplumunu şöyle uyarmıştı: "Allah’tan başkasına kulluk/ibadet etmeyin! Gerçek şu ki, ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum." Onlar ise, "Sen bizi ilâhlarımızdan alıkoymak için mi geldin? Doğru söyleyenlerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler. O şöyle cevap verdi: "Azabın vakti hakkında kesin bilgi Rabbimin nezdindedir. Ben sadece benimle gönderilen mesajı size duyuruyorum. Ne var ki sizi cahilce davranan bir toplum buluyorum." Derken, yüklü bir bulutun vadilerine doğru yaklaştığını gördüler ve "Bu bize yağmur getiren bir buluttur" dediler. Aksine o gelmesini acele istediğiniz şeydir: içinde acıklı bir azabı barındıran bir bela kasırgası... Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir etti: nihayet, (harap olmuş) haneleri dışında gözle görülen hiçbir şey kalmadı. Biz, günaha gömülen bir toplumu işte böyle cezalandırırız. (Ahkaf 21-25)
Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla
1.
Hâ, Mîm.
2.
Bu kitabın indirilmesi, Azîz; daima üstün olan ve Hakîm; doğru kararlar veren Allah tarafındandır.
3.
Biz, gökleri, yeri ve arasındakileri bir amaç için ve belli bir süreye göre yarattık. İnkâr edenler[*] ise, uyarıldıkları şeyden yüz çevirmektedirler.
Birinci ayette Allah’ın indirdiği kitaptan, bu ayette de yarattığı kitap olan varlıklar aleminden bahsettikten sonraki bu ifade, öncelikle yaratılan kitabı okumak gerektiğini gösterir. Allah’ın indirdiği kitabı da görenlerin artık bir bahanesi kalmaz. Bunları görmezlikten gelmek, kafirlik olur. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
4.
De ki: “Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınıza hiç baktınız mı? Gösterin bana, onlar yeryüzünde neyi yaratmışlar? Yoksa göklerde bir ortaklıkları mı var? (Allah ile aranıza aracı koyma konusunda) Doğru söyleyenlerden iseniz bana bu Kitap’tan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin.”
5.
Kendisine, kıyamete kadar cevap veremeyecek kimseyi Allah ile arasına koyup yardıma çağırandan daha sapkın kim olabilir! Üstelik yardıma çağrılanlar, bunların çağrısından bile habersizdirler!
6.
İnsanlar (mahşer günü) bir araya getirildiğinde, onlar bunlara düşman olacaklar ve bunların kendilerine kulluk ettiklerini inkar edeceklerdir.
7.
Evet ne zaman ayetlerimiz onlara bütün açıklığıyla tebliğ edildiyse, inkar eden kimseler ayaklarına kadar gelen hakikat için "Bu etkili bir sihirdir!"[*] dediler.
Vahiy meselesine, onların vahye ilişkin dillerinde sakız ettikleri sözlerinin değersizliği ve ona karşı tutumlarının
çirkinliğini belirterek başlıyor. Vahiyle gelenler, karışıklık, kapalılık ve kuşku içermeyen "apaçık" ayetler, vahiy olayı
da yine kuşku içermez `hak' iken onlar, bu ayetlere: "Bu apaçık bir büyüdür" diyorlar. Oysa hakla büyü birbirine ne
kadar uzaktırlar. Bu iki unsur asla bir yerde kesişmezler ve benzerlik içermezler.
Onların ne bir şüpheye ne de bir kanıtın delaletine dayanmayan tekerlemeleri ve çirkin iddialarına başlangıçtan
itibaren hücum işte böyle başlıyor. Ardından geveleyip durdukları "Onu uydurdu" tekerlemelerine geçiyor... (Seyyid Kutub Tefsiri)
8.
Yoksa “Onu kendisi uydurup Allah’a mal etti” mi diyorlar? De ki “Uydurup Allah’a mal ettiysem beni hiç bir şekilde onun elinden kurtaramazsınız. Allah yaptığınız dedikoduları çok iyi bilir. Sizinle benim aramda Allah’ın şahitliği yeter. O Gafûr’dur; çok bağışlar, Rahîm'dir; ikramı boldur.”
9.
De ki: "Ben türedi bir elçi değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim."
10.
De ki: "Hiç düşündünüz mü? Eğer bu Kur’an Allah katından olduğu halde siz onu tanımamışsanız; İsrailoğullarından bir şahid de bunun benzerini Tevrat’ta görüp inandığı halde siz inanmaya tenezzül etmemişseniz durumunuz nice olur?[*] Şüphesiz Allah, zalim bir toplumu doğru yola iletmez."
Tartışmada "De ki: `Hiç düşündünüz mü: Eğer bu Kur'an Allah katındansa..." türü bir yöntemin uygulanması,
Mekke toplumunun psikolojisine egemen olan inat ve yanlışta ısrarın sarsılması, içlerine korku salınması ve
yalanlama yönünde ilerlemelerine engel olunmasına yöneliktir. Onların durumu, şöyle bir değerlendirmeye
götürülmeye çalışılıyor: Madem bu Kur'an'ın Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- söylediği gibi gerçekten
Allah katından olma ihtimali olup; doğru çıktığında ise onlar için sonuç korkunç olacaktır. Öyle ise onlar için en akla
yatkın tutum; tüm uyarıların başlarına gelme olasılığını içeren bu varsayıma karşı ihtiyatlı olmaktır. Bu durumda da
ihtiyatlılığın gereği, korkunç sonuçla yüzyüze gelmeden önce, yalanlamada acele etmeyip çekingenlik ve tedbirlilik
içinde durumu değerlendirmeleri olacaktır. Özellikle de, bu ihtimale; ehl-i kitaptan bir veya daha çok kişinin
Kur'an'ın yapısının kendinden önceki kitapların yapısında olduğuna tanıklık etmesi ve imandan zevk alma eklendiği
durumda. Buna karşın bakıyoruz ki, Kur'an'ın kendilerinden biri aracılığı ve dilleriyle geldiği toplum büyükleniyor;
gerçekleri görmezlikten geliyor. Bu tutum; Allah tarafından cezalandırılmayı ve yapılanların boşa çıkarılmasını
hak eden, açık bir zulüm ve hoyrat bir şaşkınlık olan gerçeğin çiğnenmesidir: "Şüphesiz Allah, zalim bir toplumu
doğru yola iletmez."
Kur'an insan kalbinin; kuşkuları, sapıklıkları ve hastalıklarına karşılık vermek için çeşitli yollar ve üsluplarla kaçamak
yolları kapatarak her türlü yöntemle tedaviye alıyor. Davet ve bu dine çağıranların azığı Kur'an'ın bu çeşitli
yöntemlerindedir. Kur'an Allah katından olmasına karşın, değindiğimiz amaca yönelik olarak konuyu doğrudan
verme yöntemini değil de kuşkuya düşürme yöntemini kullanmaktadır. Kimi durumlarda ikna yöntemlerinden biridir
bu. (Seyyid Kutub Tefsiri)
BÖLÜM 2
11.
Kâfirlik edenler, inanmış olanlar için şöyle dediler: “Kur’an iyi bir şey olsaydı ona uymakta bizi geçemezlerdi!” Onunla yola gelmedikleri için “Bu, eski bir düzmece!” diyeceklerdir[*].
Başlangıçta islamın çağrısına yoksul ve kölelerden oluşan bir grup icabet ederek öncü konumunu aldı. Bu durum,
kibirlilerin önde gelenlerinin gözünde islamın kusurluluğundan kaynaklanıyordu. Duruma kendilerince şöyle açıklık
getiriyorlardı: Eğer bu din hayırlı olsaydı, bunlar onu bizden iyi anlayamaz ve ona uymada bizden erken
davranamazlardı. Toplum içindeki konumumuz, kavrayışımızın güçlülüğü ve değerlendirme yeteneğimizin üstünlüğü
gereği hayrı biz onlardan daha iyi anlarız!..
Oysa işin asli öyle değil. Onları islamın çağrısına uymaktan alıkoyan, ondan kuşkulanmaları veya dayandığı
gerçeklerin içerdiği hayrı anlamamaları değil; Hz. Muhammed'e boyun eğerek sosyal konum ve ekonomik çıkarlarını
yitir-meyi kendilerine yedirememeleri ve babaları, ataları ve üzerinde bulundukları inanç sistemi sayesinde şerefli
oldukları boş kuruntusuydu. İslam a koşarak gelip öncü konumunu alanların psikolojik yapısında ise; toplumun ileri
gelenlerini islama gelmekten alıkoyan bu engellerin hiç biri bulunmuyordu.
Temel neden kuşkusuz psikolojik eğilimler. Onların etkisinde kalıp büyüklük kuruntusuna kapılan insanlara; Hakka
boyun eğme, fıtratın sesine kulak verme ve kanıta teslim olma ağır geliyor. Onlara hak ve ehline karşı, inatçı tutum
takınma, mazeret uydurma, tutarsız iddialar ileri sürme ve onlardan yüz çevirmeyi dikte ettiren o psikolojik
eğilimlerdir. Onlar bu dikte ettirilenleri benimsedikten sonra, hiç bir biçimde kendilerinin batıl yolda olabileceklerini
kabul etmiyor, kendilerini hayatın ekseni kılıp onun çevresinde dönüyor ve hayatın da onun çevresinde dönmesini
istiyorlar:
"Onlar doğru yola girmedikleri için de `Bu, eski bir uydurmadır' derler."
Başka türlü düşünmek mümkün mü?(!) Onlar onunla doğru yolu bulamadıkları ve ona baş eğemediklerine göre,
mutlaka Hakk'ın bir kusuru olmalı. Çünkü onların hata etmeleri düşünülecek şey değildir. Onlar kendi nazarları veya
topluma lanse etmek istedikleri durumları açısından; kutsal, masum ve hatasızdırlar(!).. (Seyyid Kutub Tefsiri)
12.
Halbuki ondan önce, bir önder ve bir rahmet olarak Mûsa'nın kitabı var! Bu Kur'an da öncekileri tasdikleyen bir kitaptır. Zulmedenleri uyarsın, güzel davrananlara müjde olsun diye Arap dilindedir.[*]
Kur’an’ın önceki kitapları Arap dili ile tasdik ediyor olması bir zorunluluktur (Ahkaf 46/12). Çünkü o kitaplar son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan olacağını (Tevrat /Tesniye 18:18-19, İncil /Elçilerin İşleri 3:21-23) ve Mekke’den çıkacağını bildirir (A’raf 7/157-158, Tevrat /Tesniye 18:18-19, Mezmurlar 84:5-6, 118:22-26; İncil /Matta 21:42-44).
(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
13.
Rabbimiz Allah'tır diyenler ve Kur’an’ın belirlediği doğru yolu takip edenler için korku yoktur ve onlar hesap günü üzülmeyeceklerdir.
14.
Onlar cennet halkıdır, yaptıklarına karşılık orada ebedi kalacaklardır.
15.
Biz insana, anne ve babasına iyi davranma görevi yükledik. Annesi onu zorlukla taşımış ve zorlukla doğurmuştur. Onu karnında zorlukla taşıması ve sütten kesmesi otuz ay sürer[*]. Olgunluğa erişip kırk yaşına vardığında şöyle der: “Rabbim! Bana destek ver ki hem bana hem anneme-babama verdiğin nimetlere şükredeyim hem de senin razı olacağın iyi işler yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi evlatlar eyle. Ben sana yöneldim, ben sana teslim olanlardanım.”
Burada ifade edilen 30 aylık sürenin 24 ayı, çocuğun azami süt emme süresidir (Bakara 2/233). Bunu 30 aydan çıkarınca geriye altı ay kalır. Bu süre, ceninin ana rahminde insanlık vasfını kazanmasından yani ona ruhun üflenmesinden sonraki süredir (Müminun 23/14, Secde 32/7-9). Kur'an'da kameri yıl esas alınır (Tevbe 9/36). Bir kameri yıl 354 gün olduğu için 30 ay yani iki buçuk yıl 885 gün eder. Bundan azami süt emme süresi olan iki yılı yani 708 günü çıkarırsak geriye 177 gün kalır. Çocuğun ana rahminde toplam 280 gün kaldığı kabul edildiği için 280-177=103 eder. Sonuç olarak ruhun 103. gün üflendiği ortaya çıkar. Kameri aylar bazen 29 bazen 30 gün çektiği için bu süre 3,5 aya tekabül eder. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
16.
İşte bunlar; amellerini, en güzelini (esas alarak) kabul edeceğimiz, kötülüklerine bakmayacağımız ve Cennet ahalisi içine alacağımız kimselerdir. Bu, kendilerine yapılan doğru vaadin gereğidir.
17.
Fakat bir de öyleleri var ki, kendisini imana dâvet eden anne ve babasına: "Öf be! (Yetti artık!) Benden önce nice nesiller ölüp de geri dönmediği halde, siz beni mezarımdan dirilip çıkarılmakla mı korkutuyorsunuz!" derken, onlar, Allah’a sığınıp yalvararak oğullarına: "Yazık ediyorsun kendine! derler, imana gel, Allah’ın vâdi elbette gerçektir." O ise yine de: "Bu âhiret inancı eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diye diretir.
18.
Bu gibiler, gelip geçmiş cin ve insan toplumları arasında azap sözünü hak etmiş kimselerdir. Onlar kaybedenlerdir.
19.
Herkesin, yaptığı işlere göre dereceleri vardır. Sonuçta Allah onlara işlerinin karşılığını tam tamına ödeyecek, onlar asla haksızlığa mâruz kalmayacaklardır.
20.
Kâfirler, o ateşin karşısına getirilecekleri gün kendilerine şöyle denilecek: “Siz dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız ve onların zevkü sefasını sürdünüz. İşte bugün, o yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü[*] şu perişan edici azapla cezalandırılacaksınız.”
Tablo hızlı hareket eden kesitlerden oluşuyor, fakat derin kapsamlı bir vurgu içeriyor. Çünkü o ateşe sunulma
tablosu. Ateşin karşısında, oraya sürülmelerinin hemen eşiğinde veya sürülmelerinin nedeni açıklanıyor: "Dünya
hayatında bütün güzel şeylerinizi zayi ettiniz; onların zevkini sürdünüz". İfadeden anlaşıldığına göre, güzel şeylere
sahiptiler. Fakat onları, dünya hayatında tüketiyor ahiret için bir şey ayırmıyorlar. Yine onlardan ahireti hesaba
almaksızın yararlanıyorlar. Onlardan, ahireti gözönüne almadan, nimetine karşılık Allah'a şükretmeden ve fuhuş
veya haramdan da sakınmadan lezzet elde etme uğruna hayvanların yararlandığı gibi yararlanıyorlar. Sonuçta
dünya onların oluyor ahirette elleri boş kalıyor. Boyutlarını Allah'tan başkasının bilmediği bu görkemli sonu verip
dünyadaki geçici çekiciliği satın alıyorlar.
"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü bugün, alçaltıcı bir azabla
cezalandırılacaksınız."
Yeryüzünde büyüklenen her kulun büyüklenmesi haksızcadır. Çünkü büyüklük Allah'a özgü olup kullarından hiç biri
az veya çok büyüklük özelliğine sahip değillerdir. Alçaltıcı azab yeryüzünde büyüklenene yerinde bir karşılıktır.
Dolayısıyla, büyüklenme ve Allah'ın düsturu ile yolundan ayrılmanın karşılığı da alçalıştır. Üstünlük Allah'a,
peygamberine ve mü'minlere özgüdür.
İşte böylece, o iki örnek ve sonunda ulaşacakları yerleri ile ahireti yalanlayan, Allah'ın düsturundan ayrılıp O'na baş
eğmeyi kendilerine yediremeyenlerin karşılaştıkları azabı tasvir eden bu etkin tablonun sunuşu ile sona eriyor. İnsan
kalbine; dengeli sağlam fıtratları güvenilir yolu isteme yönünde uyaran bir değini. (Seyyid Kutub Tefsiri)
BÖLÜM 3
21.
Âd kavminin kardeşini de an! O, kendinden önce ve sonra uyarıcıların gelip geçtiği Ahkaf’ta,[*] toplumunu şöyle uyarmıştı: "Allah’tan başkasına kulluk / ibadet etmeyin! Gerçek şu ki, ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum."
Ad kavminin kardeşleri Hûd'dur -selâm üzerine olsun-. Kur'an O'nu burada; O'nunla kavmi arasındaki sevgi ve
kavminin O'nun çağrısına eğilim duymaları, O'na ve çağrısına karşı besledikleri zannın olumlulaşmasının dayanağı
olan akrabalık bağlarının zihinlerde canlandırılması için kavmine kardeşliği niteliği ile anıyor. O Hz. Muhammed'le
O'na düşmanlık eden kavmi arasındaki bağın aynısıdır da.
`Ahkaf', `Hıkf'ın çoğulu olup kum tepeler anlamınadır. Ad kavminin yurtları Arap yarımadasının güneyinde
Hadramut diye anılan çevreye dağılmış tepeler üzerinde idi.
Allah peygamberini, Ad'ın kardeşlerini ve Ahkaf'taki kavmini uyarmasını anmaya çağırıyor. Kur'an O'nu Resulullah'ın,
kardeşleri olmasına rağmen, kavminin kendisinden yüz çevirmesinin benzeri ile karşılaşan peygamberlerden bir
kardeşini örnek alması ve Mekkeli müşriklerin de, yakın çevrelerinde bulunan kendi benzerlerinin sonunu
hatırlamaları için anıyor. (Seyyid Kutub Tefsiri)
22.
Onlar ise, "Sen bizi ilâhlarımızdan alıkoymak için mi geldin? Doğru söyleyenlerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler.
23.
O şöyle cevap verdi: "Azabın vakti hakkında kesin bilgi Rabbimin nezdindedir Yanında, huzurunda, gözetiminde. . Ben sadece benimle gönderilen mesajı size duyuruyorum. Ne var ki sizi cahilce davranan bir toplum buluyorum."
24.
Derken, yüklü bir bulutun vadilerine doğru yaklaştığını gördüler ve "Bu bize yağmur getiren bir buluttur" dediler. Aksine o gelmesini acele istediğiniz şeydir: içinde acıklı bir azabı barındıran bir bela kasırgası...[*]
Mekkeliler inkârda ve isyanda o kadar ileri gitmişlerdi ki, inananlar için her gün yeni bir işkence tekniği geliştiriyorlardı. Kur’an-ı ve kutsal değerleri alaya alıp Hz. Muhammed’i öldürme planları yapıyorlardı. Kur’an, Hz. Hûd’u alaya alan “Ahkâf” halkının da aynı sapıklıkları yaşadığını ve sonlarının çok acı olduğunu anlatarak kendilerini uyarıyor. “Ahkâf” halkı, bugün “hortum” diye tabir ettiğimiz benzer bir kasırgaya yakalandı. Bu kasırga/kum fırtınası öyle şiddetliydi ki, insanlar paramparça olarak havalarda uçuştu. Öyle ki, Hz. Hûd’un nebi olarak geldiği bölgede onun ve ona inananların dışında hiç kimse kurtulamadı. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)
25.
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir etti: nihayet, (harap olmuş) haneleri dışında gözle görülen hiçbir şey kalmadı. Biz, günaha gömülen bir toplumu işte böyle cezalandırırız.
26.
Onlara size vermediğimiz servet ve kuvvet vermiştik, onlara kulaklar, gözler ve gönüller yaratmıştık. Fakat ne kulakları ne gözleri ne de gönülleri kendilerine bir yarar sağlamadı.[*] Zira düşünüp ibret almıyorlardı, tersine bile bile Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar. Ve alay edip durdukları şey kendilerini kuşatıverdi.
Bu gösteriyor ki kendileri için ondan korunmak mümkündü. Eğer Allah Teâlâ'nın onlara göstermiş olduğu âyetleri ve delilleri inkâr etmeyip de Hud (a.s)'ın uyarısı üzerine iman ve itaat etselerdi helak olmayacaklardı, fakat dinlemeyip eğlendikleri için o alay ettikleri, haydi getir bize dedikleri, azab da kendilerini kuşatıverdi. Şu halde onlardan daha zayıf olan sizleri kuşatamaz mı? Görülüyor ki bunlarla bütün semavî afetler beşerin bir suçuna ceza olmak üzere anlatılmış olmuyor. Beşerin kazancı ile ilgili olan âfetlerin dehşeti ve Allah Teâlâ'nın her kuvvet üzerindeki kudreti anlatılmış oluyor. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
BÖLÜM 4
27.
Çevrenizde yaşayan[*] birçok [günahkar] topluluğu bu şekilde yok ettik; ama [onları yok etmeden önce] belki [eğri yollarından] dönerler diye [uyarıcı] mesajlar[ımız]ı çok yönlü şekilde dile getirdik.
Yani, “hem zaman hem de mekan olarak size yakın olan”. Bu ifade, en geniş anlamıyla, “dünyanın geri kalan tümünü” gösterir. (Muhammed Esed Tefsiri)
28.
Bari kendilerini O`na yaklaştırsın diye Allah dışında ilahlık yakıştırdıkları, onlara yardım etselerdi ya! Ne gezer! Onları tanımadılar bile: Bu onların kendi uydurdukları şeylerle kendilerini kandırmalarının sonucuydu.
29.
Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onu dinlemeye hazır hale geldiklerinde: "Susup dinleyin!" dediler. Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.
30.
Onlara dediler ki: “Ey halkımız! Musa’dan sonra indirilmiş[*], kendinden önceki kitapları tasdik eden, gerçeğe ve dosdoğru yola yönelten bir kitap dinledik.
Ayette Kur’an’ın Musa’dan (a.s.) sonra indirildiğine ve kendinden öncekileri tasdik eder özellikte olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa herkesin bildiği gibi Kur’an, İsa’dan (a.s.) sonra indirilmiştir. Musa’ya dikkat çekilme nedeni, Kur’an’dan önceki şeriatın temelinin Musa’ya verilen emirler olmasıdır. Musa’dan sonra İsrailoğullarına pek çok nebi gelmiştir (Bakara 2/87). Bunlar, Musa’ya verilen şeriattan sorumludur. İsa’ya (a.s.) da bu nedenle hem Tevrat hem İncil öğretilmiştir (Al-i İmran 3/48, Maide 5/110). Onlara verilen kitaplar bazı hatırlatmalar, hafifletmeler ve yeni gelecek nebiye dair müjdeleyici bilgiler içerir. Tevrat’ta, son nebinin Musa gibi bir nebi olacağı bildirilmiştir (Yasa’nın Tekrarı 18:18). İsa aleyhisselamın da yasayı yani Musa’ya verilen şeriatı geçersiz kılmak için değil yerine getirmek için geldiği İncil’de yazar (Matta 5:17-19). Musa’dan sonra yeni şeriat getiren ilk nebi Muhammed (a.s.), yeni yasa da Kur’an olduğu için, ayette Kur’an’ın bu özelliği öne çıkarılmıştır.
(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
31.
Ey halkımız! Allah’ın çağrısına uyun ve O’na iman edin: O, [geçmişte işlediğiniz bütün] günahlarınızı affedecek ve [öteki dünyada] sizi acıklı azaptan koruyacaktır.
32.
Ama Allah’ın çağrısına uymayan, [O’ndan] yeryüzünde asla kurtulamaz, ve [öteki dünyada] O’na karşı hiçbir koruyucu bulamaz: böyleleri, sapıklık içinde kaybolup gitmişlerdir.”
33.
O kâfirler şu gerçeği hâlâ anlamadılar mı ki; gökleri ve yeri yaratan ve yarattıktan sonra hiçbir yorgunluk çekmeyen Allah, ölüleri diriltmeye de, haydi haydi kadirdir! Evet, O her şeye kadirdir.
34.
Gün gelecek, kâfirler cehennem ateşine karşı tutulacaklar. İşte o zaman, kendilerine: “Nasıl, bu ateş doğru değil miymiş? ” diye sorulunca: “Evet, Rabbimize yemin ederiz ki haktır, gerçektir! ” diyecekler. Yüce Allah da şöyle buyuracak: “İnkâr edip durduğunuz için haydi öyleyse tadın bakalım azabı! ”
35.
Elçilerden kararlılık sahibi olanlar[1*] nasıl sabrettilerse / duruşlarını bozmadılarsa sen de onlar gibi sabret! Kâfirler için aceleci olma! Onlar; tehdit edildikleri azabı görecekleri gün, dünyada gündüzün kısa bir süresi kadar kalmış gibi olacaklar. Bu, bir bildiridir. Hiç, yoldan çıkmış bir topluluktan başkası helak edilir mi?
“Ülü’l-azm” olarak nitelendirilen elçiler Nuh, İbrahim, Musa ve İsa aleyhisselam olmalıdır. Çünkü bunlar şu iki ayette de birlikte zikredilmiştir (Ahzab 33/7, Şûrâ 42/13). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)