[1*] İbn Umm Mektûm, Peygamber’e (s.a.) gelmişti. -Umm Mektûm
(onun değil) babasının annesiydi (yani kendisinin ninesiydi). Bu
zâtın ismi Abdullah b. Şurayh b. Mâlik b. Rebî‘a el-Fihrî olup ‘Amir b. Lueyy oğullarındandır.- Ve o sırada, Kureyş ileri gelenlerinden Rebî‘a’nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Ebû Cehl [Amr] b. Hişâm, Abbas b. Abdulmuttalib, Umeyye b. Halef ve Velîd b. Muğîre Peygamber’in yanında bulunuyordu. Peygamber, bunların Müslüman olmasıyla başkalarının da Müslüman olacağını umarak onları İslâm’a davet ediyordu. İbn Umm Mektûm; “Ey Allah’ın Elçisi! Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret; beni okut!” demiş ve Peygamber’in bu toplulukla meşguliyetini bilemediği için bunu tekrarlayıp, durmuştu. Peygamber (s.a.) de onun, sözünü kesmesini yadırgamış ve surat asarak, kendisinden yüz çevirmişti. İşte bunun üzerine bu sûre inmiştir. Bundan böyle Peygamber (s.a.) ona ikramda bulunur ve onu gördüğünde; “Hakkında Rabbimin beni azarladığı kişiye merhaba!” der ve “Bir ihtiyacın var mı?” diye sorardı. Onu Medine’de iki kez kendi yerine halef tayin etmiştir. Enes; “Onu Kādisiye (savaşı) günü üzerinde savaş elbisesi ve siyah bir bayrakla gördüm” demiştir. Rivayete göre Hz. Peygamber bundan sonra asla ne bir fakirin yüzüne karşı surat ekşitmiş ne de bir zengine ilgi göstermiştir. En‘âm 6/52-54 ve Kehf 18/28 gibi âyetler hem bunun Peygamber’in hayatında bir kez olmadığını göstermekte, ( hem de ilk iki âyette Peygamber’in değil de oradaki ekâbir müşriklerin yadırgandığına dair te’villeri boşa çıkarmaktadır. (Zemahşeri Tefsiri)
***
[2*]Bir yazıda veya konuşmada “Sen…” veya “Siz …” yerine “O…” veya “Onlar…” denmesi, Arap edebiyatında ifadeye güzellik katar. Buna iltifat denir. Burada da iltifat olduğundan “Yüzünü ekşitti ve sırtını döndü, o kör, ona geldi diye” ifadesinden sonra “Ne biliyorsun, belki o kendini geliştirecekti!” denerek üçüncü şahıstan ikinci şahsa geçilmiştir. Türkçede iltifat sanatı olmadığından meâl, bu sanat yok sayılarak verilmiştir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
3.
Ne biliyorsun, belki o kendini geliştirecekti,
4.
Veya bilgi edinecek,[*] o bilgi onun için faydalı olacaktı!
Bilgi diye çevrilen kelime “zikir”dir. Zikir, sürekli akılda tutulan kullanıma hazır bilgidir. (Müfredat s.237) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
5.
Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince.
6.
Sen bütün ilgini ona yönelttin;
7.
Onun arınmak istememesinden sana ne?
8.
Oysa, sana büyük bir hevesle gelen,
9.
(Allah’a) saygılı biridir.
10.
Ama sen onunla ilgilenmedin. [*]
Allah Teâlâ bu gibi davranışları Nebimize yasaklamış ve şöyle demiştir: “Bir şey sorana ilgisiz kalma.” (Duhâ 93/10) “Sabah akşam dua edip Rablerinden ilgi bekleyenleri yanından kovma! Onların hesabı senden sorulmaz. Senin hesabın da onlardan sorulmaz. Onları uzaklaştırırsan yanlış yapanlardan olursun.” (En’âm 6/52) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
***
Şayet “‘Sen ona ilgi gösteriyorsun!..’ ve ‘Sen onu görmezden geliyorsun!..’
âyetlerinde bir ihtisas var gibi?” dersen şöyle derim: Evet; bu,
Hz. Peygamber’in söz konusu ilgisinin ve görmezden gelişinin yadırgandığı
anlamına gelmektedir; yani bilhassa senin gibi birinin, zengine ilgi gösterip,
fakiri görmezden gelmesi hiç yakışık almıyor! (Zemahşeri Tefsiri)
***
Ardından azarlamanın kendisinden kaynaklandığı işe işaret edildikten sonra ifade yön değiştiriyor. Hitap şeklinde bir azara dönüşüyor. Bir ölçüde yumuşak bir ifade ile başlıyor. "Ne bileceksin belki o arınacak. Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek." Nereden bileceksin o büyük iyiliğin gerçekleşeceğini? Senin elindeki iyiliğe istekli olarak gelen bu fakir ve âma adamın arınmak istediğini. Kalbinin uyanarak öğüt alacağını ve bu öğütün kendisine yarayacağını. Bu kalbin Allah'ın nuru ile aydınlanacağını, göğün aydınlığını karşılayacak yeryüzündeki bir aydınlık kulesine dönüşeceğini. Sen nerden bileceksin? Bu hidayete açılan her kalbin içinde iman gerçeği yerleştiğinde meydana gelen bir olgudur ve Allah'ın terazisinde ağır basan, büyük önemi olan da budur.
Sonra azarın ibresi yükseliyor. Üslup ağırlaşıyor. Azarlamaya yol açan işin gerçekten Hayret verici bir iş olduğu dile getiriliyor. "Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sana ne? Fakat koşarak sana gelene Allah'tan korkarak gelmişken sen onunla ilgilenmiyorsun." Sana ve dinine karşı üstünlük taslayan getirdiğin hidayete, iyiliğe, aydınlığa ve temizliğe ilgi duymayan adama gelince, sen ona ilgi gösterip kendisine önem veriyorsun. Hidayete gelmesi için uğraşıyorsun. Senden yüz çevirdiği halde sen habire ona mesajını takdim ediyorsun! Onun arınmamasından sana ne? Eğer o pisliği ve kiri içinde kalmak istiyorsa bu seni ne ilgilendirir? Sen onun günahından hesaba çekilmeyeceksin, onunla üstün gelmeyeceksin, onun desteğiyle ayakta değilsin. "Fakat koşarak sana gelene" seni seçerek ve sana itaat ederek "Allah'tan sakınarak" ve günahlardan sakınarak gelene "sen onunla ilgilenmiyorsun!" iyiliği ve takvayı dileyerek gelen inanmış adamla ilgilenmemek boş işle uğraşmak diye adlandırılıyor. Bu ise ağır bir nitelemedir.
Hz. Peygamberin bu konudaki ilk hareketi bu olay nedeni ile kendisine gelen direktifi ve azarı açıklaması olmuştur. Bu açıklama gerçekten büyük ve gerçekten takdire şayandır. Peygamberin yaşadığı şartlarda hangi açıdan bakarsak bakalım bir peygamberden başkası bu açıklamayı yapma cesaretini ve samimiyetini kendinde
bulamaz.
Evet insanlara işlediği bir hata yüzünden böyle eşsiz bir şekilde ve acı ifadelerle azarlandığını açıklamak ancak bir peygamberin güç yetirebileceği bir iştir. Peygamberden başka bir büyük için bu yanlışı kabul etmesi ve gelecekte onu telafi etmesi bile yeterli olurdu. Fakat peygamberlik başkadır. Onun yasası başka, ilkeleri başkadır. (Seyyid Kutub Tefsiri)
11.
Yok, yok… Bunlar ileride hatırlanacaktır.[*]
Ayete, إن هذه أشياء تذكرة أي ستذكر anlamı verilmiştir.
(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
12.
Kim ne yapmışsa[1*] onu hatırlayacaktır[2*].
[1*] Şâe = شاء fiilinin kökü, “bir şeyi var etme” anlamında olan şey =شيء’dir (Müfredât).
[2*] Ahirette herkes, yaptığı her şeyi görecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kim zerre kadar iyilik yapmış olsa onu görür. Kim zerre kadar kötülük yapmış olsa onu da görür.” (Zilzâl 99/7-8) Burada şâe (شاء) fiiline “(كوَّن) kevvene = oluşturdu” anlamı verilmiştir. Çünkü şâe (شاء) şey (شَيْء)’den türemiştir. Şey”in mastar olarak anlamı “oluşturma”dır. Ayete şu şekilde takdir edilerek anlam verilmiştir:
(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
13.
Bunlar, değerli sayfalara,
14.
yüksek nitelikli ve temiz sayfalara
15.
Yazıcıların elleriyle kaydedilir[*].
Söylenen her söz ve yapılan her iş kayda geçer. İlgili âyetler şöyledir: “Yok, yok… Siz hesap verme işini (hak ettiğiniz karşılığı alacağınızı) yalan sayıyorsunuz! Hâlbuki çevrenizde (sizinle ilgili bilgileri) saklayanlar, değerli yazıcılar vardır. Onlar yaptığınız her şeyi bilirler.” (İnfitâr 82/9–12)
“İki kayıt görevlisi oturmuş, biri sağdan biri soldan kayıt tutarlar. Kişi ağzından hangi sözü çıkarsa yanında onu kayda hazır bir gözcü mutlaka olur.”(Kaf 50/17–18)
Yaptıkları her şey defterlerdedir. Küçük, büyük hepsi satırlara geçmiştir. (Kamer 54/52-53)
Defter önlerine konacak ve içindekilerden ötürü günahkârların tir tir titrediğini göreceksin. Diyecekler ki; "Vay başımıza gelenler! Bu defter de ne? Ne küçük koymuş ne büyük; hepsini toplamış." Bütün yaptıklarını hazır bulacaklardır, Rabbin kimseye zulmetmez. (Kehf 18/49)
Yaptığı iyiliği ve kötülüğü önünde bulacağı gün herkes çok ister ki, keşke yaptığı kötülüklerle kendi arasında uzak bir mesafe bulunsa. (Ali İmran 3/30)
O gün huzura alınırsınız, hiçbir şeyiniz gizli kalmaz.Defteri sağdan verilmiş olanlar derler ki; “İşte defterim, okusanıza!” Ben yaptıklarımla yüzleşeceğimi biliyordum. (Hakka 69/18–20)
(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
16.
güvenilir, değerli yazıcıların ...
17.
Kahrolası insan, ne kadar da nânkördür!
18.
Allah onu hangi şeyden yarattı?
19.
Döllenmiş yumurtadan. Onu yarattı, arkasından da ölçüsünü belirledi[*].
Ayette geçen فقدره sözü, kaderini belirledi diye tercüme edilebilir. Kader, ölçü demektir. Kaderini belirlemek, ölçüsünü belirlemektir. Her insanın ölçüler ve cinsiyeti ana rahminde belirlenir (Necm 53/45-46). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
20.
Sonra yolu[*] ona kolaylaştırdı.
“Çalışmalarınız farklı farklıdır. Kim cömert olur ve Allah’tan çekinir, bir de en güzel sözü (Allah’ın âyetlerini) kabul ederse, onu en kolaya, kolayca ulaştırırız. Kim de cimrilik eder ve Allah’tan çekinme ihtiyacı duymaz, en güzel söz (olan âyetler) karşısında da yalana sarılırsa, onu da en zora, kolayca ulaştırırız.” (Leyl 92/4-10) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
21.
En sonunda onu öldürecek ve mezara koyacaktır.
22.
Nihayet istediğinde onu tekrar diriltecektir.
23.
Gerçekten de insan, onun emrini tam yerine getirmedi gitti.[*]
Başka bir deyişle, insan, 20. ayette işaret edilen aklî/zihnî (intellectual) ve manevî/ruhî (spiritual) donanımları yeterli şekilde kullanamamıştır. Bazı müfessirler, bunun 17. ayette zikredilen insan türünü ilgilendirdiği görüşünde olmalarına rağmen, ötekiler, daha makul şekilde, bunun insana genel bir atıf olduğunu iddia ederler -böylece; “hiçbir insan, kendisine [manevî/ahlakî (moral)] bir mükellefiyet olarak yüklenmiş olan şeyleri yerine getirmiş değildir” (Mücâhid, Taberî tarafından nakledilmiştir, benzer bir ifade Beğavî tarafından Hasan Basrî’ye nisbet edilmiştir): yahut “Âdem’den bugüne kadar hiçbir insan hatalardan münezzeh olmamıştır” (Zemahşerî, Beydâvî). Bu, mükemmelliğin yalnız Allah’a mahsus olduğu şeklindeki Kur’ânî ilke ile uyumlu bir yorumdur. (Muhammed Esed Tefsiri)
24.
Bir de o insan yiyeceğine baksın.[*]
Yani: onların nasıl bir tek tohumdan yola çıkarak basitten mürekkebe doğru kemale ulaştığına bir baksın Zımnen: İnsan da bir tek basit hücreden yola çıkıp bu hale gelmedi mi? (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)
25.
Suyu bolca indirdik.
26.
Sonra toprağı tam tavına[*] getirdik.
Toprak tavı, toprağın bitkiyi yetiştirecek özelliğe gelmesidir. Toprak tavında ise, tohum toprağın içinde rahat hareket eder ve iyi yetişir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
27.
Ardından orada dâneler bitirdik.
28.
Üzümler, yoncalar,
29.
Zeytinlikler, hurmalıklar,
30.
Gür çimenli, bol ağaçlı bahçeler,
31.
Meyveler ve çayırlar.
32.
Bu, hem sizin hem de küçük ve büyük baş hayvanlarınızın yararlanması içindir.[*]
İşte insanın yiyeceklerinin aşama aşama detaylı hikayesi budur. insan İşte bu nimetlere baksın. Bunlarda kendisinin herhangi bir fonksiyonu var mı? Onların düzenlenmesinde bir yetkisi, bulunuyor mu? Kendisine hayatı kazandıran ve onu en güzel şekilde dile getiren el, yiyeceklerini meydana getiren ve onları harika bir şekilde dile getiren elin kendisidir. (Seyyid Kutub Tefsiri)
33.
Ve böylece, (yeniden dirilmenin) o kulakları sağır eden çağrısı duyulduğunda,[*]
Ayet-i kerimede geçen "saahha" sözcüğü etkili ve sert bir musiki tonuna sahiptir. insanın kulak zarını patlatırcasına bir ağırlığı vardır. Ağızdan çıkıp kulağa ulaşıncaya kadar şiddetli bir gürültü ile havayı yara yara yetişmektedir.
Bu sert ve rahatsız edici melodi ile peşinde gelen sahneye zemin hazırlanmaktadır. Bu sahne kişinin kendisine en yakın olan insanlardan bile kaçıp kurtulmaya çalıştığı sahnedir. "O gün kişi kaçar; kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından". Kopmayan bağlarla ve sağlam ilişkilerle bağlandığı insanlardan kaçar. Çünkü bu kıyamet ve gürültü bütün bağları ezip geçmekte ve onları birden koparıp atmaktadır.
Bu sahnedeki korku tamamen psikolojik bir korkudur. İnsanı psikolojik olarak ürkütmekte ve onu kaynağından kopardıktan sonra egemenliği altına almaktadır. Şimdi herkes ne hali varsa görmek durumundadır. Herkesin işi başından aşkındır. Herkesin derdi kendisine yeter. Herkes öyle bir uğraş vermektedir ki çaba ve gayretinin bir zerresini dahi geride bırakmamaktadır. "O gün herkesin başından aşkın işi vardır."
Bu ifadelerin ardında gizli olan mesajlar ve bunların arasına yerleştirilen sinyaller gerçekten derindir ve ezip geçmektedir. İnsanın vicdanını ve duygularını meşgul eden bu üzüntü ve kederi tasvir etmek için bu ifadeden daha özlü ve daha kapsamlı bir ifade düşünülemez. "O gün herkesin kendine yeter derdi vardır."
O günde tüm insanların hali endişedir. Korku içindedir herkes. Çünkü kıyamet gelmiştir artık. Sonra müminlerin durumları ile Kafirlerin durumlarını tasvir etmektedir. Cenabı Allah kendi terazisi ile onların değerini ve ağırlığını belirledikten sonraki hallerini gözlerimizin önüne getirmektedir. (Seyyid Kutub Tefsiri)
34.
Bazı kimselerin[1*] kardeşinden kaçacağı gündür[2*],
[1*] Buraya “bazı kimselerin” diye anlam vermemiz, 38. âyette: “Kimi yüzler de ışık saçar” denmesidir. Demek ki o gün bütün yüzler aynı olmayacaktır.
[2*] O gün, Allah’tan çekinmiş olanlar dışında bütün dostlar birbirine düşman kesilirler. (Zuhruf 43/67)
(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)
35.
Anasından, babasından,
36.
Eşinden ve çocuklarından!
37.
O Gün her birinin durumu kendisi için yeterli bir endişe kaynağı olacak.
38.
Bazı yüzler vardır: o gün ışıl ışıl, ağardıkça ağaracak;
39.
Güleç, sevinçli![*]
Bunlar, nurlanmış, aydınlanmış, sevinçli, güleç Allah'a yönelmiş yüzlerdir. Rabblerine ümitlerini bağlamışlardır. O'nun rızasını elde ettiklerini hissettiklerinden huzur içindedirler. Bunlar korkunç gürültünün korkusundan ve endişesinden kurtulmuşlar. Bu nedenle ferahlamış, benzi açılmış, güleç ve sevinç dolu hale gelmişlerdir. Veya varacakları yeri öğrenmiş ve gidecekleri yer belli olmuş. Bu nedenle akılları durduran korkudan sonra içleri açılmış ve sevinmişlerdir. (Seyyid Kutub Tefsiri)
40.
Bazı yüzler de vardır: o gün bütünüyle toz-toprak;
41.
karardıkça kararacak... [*]
Bunlara gelince bunların üzerini de üzüntü ve hüsran tozları kaplamıştır. Zilletin ve büzülmenin karanlığı kendilerini kapatmıştır. Çünkü önceden ne yaptığını bilmektedir ve kendisini bekleyen cezanın ne olduğunu iyiden iyiye anlamıştır. "İşte onlar günaha batmış kafirlerdir:' Yani Allah'a ve peygamberlerine inanmayanlardır. Onun sınırları dışına çıkanlar, yasaklarını çiğneyenlerdir.
Onlar ile onların yüzleri her iki kesimin gideceği yeri tasvir edip çizmektedir. Sözcükler ve ifadelerle tüm özellikleri ve çehreleri gün yüzüne çıkarılmıştır. Kur'an ifadesinin gücü ve ince dikkatli dokunuşları ile bu yüzler sanki somut hale getirilmiştir. (Seyyid Kutub Tefsiri)
42.
İşte bunlar; kafirler[1*] ve facirlerdir.[2*]
[1*] Kafir sözlükte bir şeyi örtme anlamına gelir. Allah Kur'an'da çiftçi için kafir kelimesini kullanır. Hadid 20. ayette çiftçi için kafirin çoğulu olan kuffar kelimesi geçer; "kemeseli ğaysin a’cebelkuffare nebatuhu." Ayetteki ifade "bu hayat, bitirdiği bitkilerle çiftçileri hayran bırakan bereketli yağmura benzer" anlamına gelir. Çiftçiye kafir denmesinin sebebi toprağa tohum ekip üstünü toprakla örtmesinden dolayıdır. Allah'ın varlığını red edenlere kafir denmesi de imanlarının üstünü örtüp Allah yokmuş gibi, Allah'ı görmezden gelerek yaşamalarından ileri gelir. Allah'ın yarattığı düzende herkes Allah'ın varlığına ve birliğine şahit olur ve kabul eder. Fakat sonradan bunun üstünü örtüp görmezden gelebilir. Buna delil Al-i İmran 106. ayettir; Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: "Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” Hesap günü herkesin inandığını itiraf ettiği gündür. Bu anlamda bir müslüman Allah'ın bir emrini beğenmeyip, onun yerine kendi veya bir insanın görüşünü veya başka bir dinin hükmünü koyarsa, Allah'ın emrinin üstünü örtmüş, kafir olmuştur. Bunun örneği İblis'tir. Bakara 34. ayette şöyle anlatılır; "Meleklere “Âdem’e secde edin!” dediğimizde hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu." İblis kendisini haklı görerek Allah'ın emrini kendi düşüncesiyle örttüğü yani kendi düşüncesini tercih ettiği için kafir olmuştur. Allah'ı veya emirlerini örten; görmezden gelen veya beğenmeyen herkes kafir olur. (Onur)
[2*] Fâcir sözlükte “yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak” anlamındaki fecr veya fücûr kökünden türeyen bir sıfat olarak “dindarlık perdesini yırtan, fütursuzca günaha dalan, haktan bâtıla sapan kimse” gibi mânalar taşır. (DİA Fâcir maddesi)